"ne oldum değil, ne olacağım demeli."
o da üst düzey bürokratlarla haşır neşir olurken birden kendisini tarlalarda buluvermişti. o sene kriket fedarasyonunun görkemli açılışı yapılmıştı, ülkenin tüm halklarını kucaklayan oyunlarıyla anadolu ateşi, sema gösterisi, zilyon tane adamın sporun önemi hakkındaki öğüt veren konuşmaları. turnuvalar da fedarasyonun kurulması şerefine Türkiye'ye verilmişti. çok çekişmeli maçlar oldu. Endonezya kupayı kaldıran ülke oldu. tüm sporculara sırasıyla başbakan, çeşitli devlet bakanları ve gençlik ve spor genel müdürü tarafından madalyaları asıldı ve arkasında italik fontla "Anadolu'nun zirvesinde buluşalım." yazan beyaz tşörtler verildi. gurwick bu tşörtü hiç beğenmedi ve babasına verdi. babası da bunu kahveye arkadaşlarımın yanına çıkarken giyemem diye düşündü. çeltiğe giderken yanına aldı, su dolu tarlada giydi. tşört sonunda bir işe yaramıştı, bir sürü sivrisineğin gurwick'in babası kamone'u sokmasını engellemişti.
aklıma gelmeyen ama dilimin ucunda olan bir yazardan hafif bir esinti gelmiş gibi okudum bu minik yazıyı...
YanıtlaSilDüşündürücü bir yazı...
YanıtlaSilAyık olun lan! İskoç steplerinde kriket oynayarak geçen çocukluğum, faytonların üzerinde yaptığımız o büyük yolculuğun ardından geldiğim bu küçük katolik okulunda son buldu. Dinsel öğretilerle bastıramadığım duygularım arasında tercih yapmalıydım. İngilizler bu konuda iyiydi. Glagow'a ardından Birmingham'a giderek bir kaç paper-job tan sonra hayalini kurduğum kriket klübümü kurdum. Joe's. Zaten dindar bir katolik olmam çok zordu, rakip üretmek olurdu. Bütün protestanlarla kriket oynayamazdım sonuçta.
YanıtlaSil