ozzy ozbourne ve zakk wylde

bu adamlar kesinlikle insan diil, onlar insansa ben diilim, biliyorum bu çok amiyane bi tabir fakat gerçek. budokanda zakk te ozzy de bi harikaydılar, en sevdiğim performansları da aşağıda. (budokanı canlı izlemiş gibi yazdım ama izlemedim halbuki, valla)

Paranoid



Crazy Train, en bi güzellerden



No More Tears


Mama I'm Coming Home



9 yaşındaki Yuto Miyazawa'dan Crazy Train performansı, o kadar iyi olmasa da Ozzy'nin geldiği an için izlenir bu video.



veeee tabiki Mr Crowley, böyle bi performans daha yoktur herhalde.

vizeler


şimdi ben çalışmıyorum falan ya, millet köpek gibi otluyo (evet, ya köpek gibi çalışılır ya inek gibi otlanır fakat böle dedim, ben dedim oldu!) ben hala seyehat modunda takılıyorum, doğru düzgün bakmıyorum kitaplara, notlara falan ama gayet de iyi geçiyo bu sınavlar. ne zaman götümde patlıcak çok merak ediyorum. anayasaya girdik, azıcık çalışmam ve genel hukuk bilgimle yaptım (oha ne genel hukuk bilgisi lan, genel kültür işte; darbe marbe), hemen ardından Türk Dili vardı; İstiklal Marşının 2. kıtasını açıklayınız ve yazarı hakkında bilgi veriniz, M.Akif şiiri vardı bir tane daha onu açıklayınız, Çanakkale Mahşeri kitabını konu, yer, zaman, olay bakımından inceleyiniz şeklinde üniversite öğrencisine yaraşır muhteşem sorular vardı :)
bugün de ilk sosyolojiye girdim, çalışmıştım buna açıkçası, en azından diğerlerinden fazla, yaptım 4 soruyu da, hoca az yazmamızı sölemişti; bi çarşaf doldurdum. drama (davranış bilimleri) sınavı vardı ardından, 2 soru sormuş hoca full kolpaladım, münevverin yaşadıklarından bile örnek verdim. yarın ki inkılap sınavım kolay geçicek biliyorum, tek korkum pazar günü ki trafik hukuku vizesi, onu da atlattıktan sonra, suç psikolojisi ve polis etiği kalıyor, onlar zati dert değil.

edit: trafik hukuku çok da güzel geçti, suç psikolojisi de aynı şekilde, kaldı bi polis etiği, hadi bakam.

edit2: son sınavda acık sıçtım fakat umut var, böylece vize haftası bitmiş bulunuyor.

uyku emiciler


dün gece hoş sohbetli arkadaşlarımın bulunduğu formspringten mesajlaşırken bi yandan da müzik dinlemek pek tatlı geldi, nasılsa bugün de pazardı ben de 04.30 a kadar falan uyumadım; uyurken mottom öğleden önce kalkanı asmalıydı.
fakat bi ara 19 yaşındaki bebeklerin bağırışlarıyla uyandım, bağırıp yanıma çağırdım (karizmadan ödün vermiyorum hiç :) )" susun lan!" dedim usulca, saate baktım daha 09.00 dı. yeniden uyudum fakat uyananmam kısa sürmedi; bu sefer boğuşuyolardı kedi yavruları gibi. gittim bağırdım biraz küfür de ettim. uykudan eser kalmamıştı, aradım ismaili onu da uyandırdım, tost neyin yiyip güne başladık fakat ben uykusuzdum, 17.00 da yemek yedikten sonra uyumaya karar verdik, annemi bi aradım; yatma saatim 18.30 a uzadı, neyse hemen uykuya daldım, kulağımda ozzy ozbourne. birazdan bizimkiler damladı hepsi anlaşmış gibi 18.30 servisiyle gelmiş. çok bi bok yapmışlar gibi birbirlerine günü anlattılar, orda batak attım burda pes salladım gibisinden. bir diğer süper özellikli arkadaşım laptopundan pes oynuoyodu, her harekete spikerlik yaparak, kaçırdığı gollere söverek. ya bi insan niye peste gol atınca şampiyonlar ligi finalinde gol atmış ronaldo'dan fazla sevinirki? ya pası takım arkadaşını bulmayınca sabri gibi üzülür? kovboymusun sen koca adam? hiç de güzel çalamıyorsun ıslığı, fon müziği mi çalınır lan ıslıkla, oh susanna çalsana! seçmecemisiniz oğlum siz? beynime mi kastınız var? ben normal insanlar gibi pazar günleri uyuyamayacakmıyım?

Sosyolojiden bir anektod


etiyopalı arkdaşım bafekadu alle dagne, kısa bir konuyu anlatmak için tahtaya bişiler yazar, sırası gelince söz ister ve anlatır.
sonra bizim aytekin hoca (pek komiktir kendisi, siz hiç anlamadan dalga geçer falan filan); "oo çok iyi anlattın, önemli olan da bu azim var, bişiler yapması gerektiğini biliyo, buna bi kız bulduk mu tamamdır." dedi
biz hemen atladık tabi "zati isityo hocam ama kızlar bunu istemiyomuş" diye. ırkçılık yapıyo bizim kızlar falan dedik.
adem ordan çıkıverdi "hocam kız istiyo da babası sünnetsiz diye kabul etmiyo."
bütün sınıf gülmekten kırıldık, aytekin hoca bafiye döndü "sünnetsizmisin sen?" dedi.
bafi ilk anlamadı, daha sonra açıkladık, "yok ben sünnetliyim" dedi.
eren diğer sıradan atladı bu sefer "hocam babası inanmıyo", aytekin hoca " kolayı var ademle sen şahit olursunuz olur biter"
eren "hocam o kadar büyük bi yükün altına kimse giremez"
bundan sonra öldük işte biz, bu yazıyı karacaahmetten yazmaktayım.

Ankamall'daki kadın subay...


bunu yazdım diye başıma bişi gelsin istemiyorum, öncelikle belirtmeliyim ki ergenokoncu diilim.

bugün isorakla ankamalla gittik, fotograf bastırmak için, bastıramadık o ayrı bir hikaye tabii. neyse dedim madem bi işi beceremedik bari boynere girelim de ne var ne yok bi bakalım belki bişiler yakalarız. tam o anda bir adet kadın binbaşı yanında da emir eri olduğunu düşündüğüm takım elbiseli, 3 numara saçlı falan filan. bu abla eline de sivildeki çantasını takmış, aldığı şeylerin poşetlerini askere vermiş geziniyordu. nesi anormal bunun? bence o kadının üniformalı olması anormal, askeriyenin içinde olması zati anormal; hadi polis teşkilatına alınıyor çünkü kadınların da aranması gerekiyor falan, askerde ne oluyor? off çok saçma oldu be ama ben bu anımı paylaşmak istiyorum, olaydaki çarpıklığı anlatmak istediydim olmadı, siz anladınız ama ben biliyorum.

işbu yazdıklarımın hepsi honolulu devletinde geçmiştir.

5-7 nöbetçisiyim, hiç bir vukuat olmamıştır arz ederim!




04.45'te kaldırdılar beni, nöbetim var diye. oysaki ben negzel bana saldıran farelerle ilgili rüyamı görüyordum; uçan, kedi kadar büyük fareler. benden önceki nöbetçi geldi kaldırdı beni, zati uykum hafif odaya girdiği an kalktım, anında sövme moduna geçiyo insan öyle olunca, uykumu alamamışım ne yapıyım? (hangi akla hizmet 2 de uyumaya niyetlendiysem..) bir de bu erken başlayan günün sabahında 800 metre koşudan sınav var.(yazıyı yazarken vardı ama olmadı sadece halata çıkma neyin oldu kaldım zati ondan).
böyle bir başlangıç günün kötü geçmesi için yeterli bence, bugün pazartesi günüyse eğer hafta da kötü geçer.
nöbet yerime geçtim, hani huzurlu saba makamıyla okunan sabah ezanı varya hiç huzur vermiyor o anda, hem de yağmur ona eşlik ederken bilem. ben de kendime suni bir mutluluk aradım, camı açtım yağmur kokusunun toprak kokusuyla olan dansını ciğerlerimde devam ettirmek için, tan yeri ağırırken. yok ama olmadı, köpek gibi çatlayan baş ağrısına aspirin ne kadar etkiliyse bu da öyle oldu. bakın bunları kağıdıma yağmur kokusuyla birlikte karalıyorum hala olumlu bişi göremediniz.
artık güneş doğdu diyebiliriz, gökyüzü lacivertten maviye geçiyor. ben ikinci kahvemle birlikte ikinci çikolatamı da götürüyorum. (kalkınca bi snickers gitti, şimdi de mjoy) fakat bu afyon denen şey patlamadı hala. şarkı önermecemde ne önersem diye de düşünüyordum bir yandan ve sonunda Behind Blue Eyes - Limp Bizkite karar verdim, bilmiyorum dinleyen oldu mu.
güneş iyice yükseldi belki dünyaya 145677971. gülümseyişi. hakikatten bu güneş nasıl sıkılmıyo dünyadan, belki de sıkılıyordur bilmiyorum. ben henüz 19.5 yıldır bakıyorum buraya ve çok sıkıldım.
bu kadar yazdıktan sonra bu yazıyı niye yazdığımı düşündüm ve aklıma geldi hayattan zevk almanın bize bağlı olduğu şeklinde bi teması olcaktı. benim yaşadıklarımda romantiklerin hasta olucağı birçok şey vardı; saba makamında ezan, yağmur, yağmur kokusunun toprak kokusuyla karışması, karanlık, karanlığı yırtan güneş. oysa benim tek yaptığım sövmekti.



şu flaşlar üzerine patlayan insan benim, çeken ise kankim isorak. o çok fotoğraf çekiyo öyle böyle değil otu, boku, kuşu, ağacı, beni (her zaman şikayetçi benim modelliğimden), dedeleri, çocukları (ağzı yüzü kirli olanlar değil), dağları, taşları, iş başındaki zanaatkarları. onun birde flickerı var burdan ulaşılıyo ;

Man In The Rain

you're the one who's nearly breaking my heart.
had your chance, you just threw it all away.
living in a world that you could never be a part of
and never time to walk away.

you can't stay, no, you can't stay.
you're no loser, there's still time to ride that train
and you must be on your way tonight.
think anew right through, you're a man in the rain.

what's the use in hanging round these walls.
lamps are burning, but nobody's at home.
there's a new day dawning as a cold rain falls
and now's the time to walk alone.

how's it feel when there's time to remember?
branches bare, like the trees in november.

had it all, threw it all away.
now's the time to walk away.

how's it feel when there's time to remember?
branches bare, like the trees in november.

how's it feel when there's time to remember?
branches bare, like the trees in november.

threw it all away, threw it all away
and now's the time to walk away.

gelecekten beklentim


bende büyüyünce bu amca gibi olmak istiyorum, bu teyze gibi olmak isteyen birisiyle birlikte. fötr şapkamı takıp, gazetemi okumak istiyorum, çocuğum aynı o amca ve teyzenin çocuğu gibi beni göl kenarına getirsin istiyorum, ama o poşet fotografımız çekilirken orda olsun istemiyorum. niye atlanır ki öyle bi detay.

Under a Violent Moon

Under a Violent Moon Blackmore's Nightın en bi güzel şarksıdır, elflerle dans ediyorum ben dinlediğim zamanlarda, zıplayıp topuklarımı birbirine çattadanak vurmak istiyorum kovboylar gibi, aya gitmek istiyorum, ordan ayın altında dans edenleri izlemek için, ateşin etrafında dans eden centeurların, manticorelerin olduğunu düşünüyorum narniadaki gibi...



Under a Violet Moon
Dancing to the feel of the drum
Leave this world behind
We'll have a drink and toast to ourselves
Under a Violet Moon
Tudor Rose with her hair in curls
Will make you turn and stare
Try to steal a kiss at the bridge
Under a Violet Moon
Raise your hats and your glasses too
We will dance the whole night through
We're going back to a time we knew
Under a Violet Moon
Cheers to the Knights and days of old
the beggars and the thieves
living in an enchanted wood
Under a Violet Moon
Fortuneteller what do you see
Future in a card
Share your secrets, tell them to me
Under a Violet Moon
Close your eyes and lose yourself
In a medieval mood
Taste the treasures and sing the tunes
Under a Violet Moon
Tis my delight on a shiny night
The season of the year
To keep the lanterns burning bright
Under a Violet Moon

intiharın eşiğini atlamak


hani çoğumuz ister ya bazen yitip gitmek sonra arkadakiler düşünülür, belki yaparım denen güzel şeyler, şimdi ölmek istemem aşkı tatmadan daha deriz, işte bu ya bunların hepsini yaptı ya da gerek duymuyo, toprak altında ihtiyacım olmaz diyo ve atlıyo ayakkabısınıda çıkarmış, belki birisine verirler diye, pencereye astığı kravatta tepki belkide sisteme, yaşama.

geçmişe bakmak

mybrute

http://kroyumama.mybrute.com/ bu linke tıklıyosunuz ve bi pupil açıyosunuz sol taraftan ben kazanıyorum, microsoft kazanıyo, Türkiye kazanıyo hadi bakalım. ilk seferde bi dövüş olcak ben yencem sizi ondan sonra arenaya giderek dişinize göre birilerinle savaşabilirsiniz ama oynamak zorunda diilsiniz bi el atın açın bi karakter yeter.

hayallarde yaşıyor bazı .......

dün yakın savunma dersindeyiz, hocamızın bi arkadaşı geldi salona o da eskiden okulda öğretim görevlisiymiş, siyasi tarih hocası. işte dedik fırsat bu ders kaynatılır, oturduk hemen adamın etrafına, çeşitli sorular yöneltildi, ergenokon bilmem ne neyse yanıtladı bunları.en sonunda;

"hocam ermeni tasarısı bugün oylancak ne düşünüyosunuz bu konu hakkında?" dedi.

işte hocanın cevabı;
"inşallah o tasarı geçer, Türkiye artık eski Türkiye değil, kimseye boyun eğcek durumu yok. Amerika bu Ermeni yasasını devamlı bize tehdit olarak kullanıyo, en ufak bişide direk bak geçiririm sinyalleri veriyo, eğer Amerika o tasarıyı geçirirse yaptığımız ticareti durdururuz, zaten Amerika ekonomik buhranlarda o da batıcak yakında, çatırdıyo. hem bize böyle yapması bizim alternatif müttefikler aramamıza sebep olucak. bu vizeler kalkıyo siz basit bir şey olarak görüyorsunuz ama beş yıl sonra Şam eyaletin adı altında Suriye, Bakü eyaleti adı altında Azerbeycan, Tiflis eyaleti adı altında Gürcistan, Erivan eyaleti adı altında Ermenistan, Musul eyaleti adı altında Irak bize bağlanıcak. Avrupa Birliğine girmeye çalışıyo gibi gözüküyoruz ama işin ası öyle değil. bakın Yunanistan battı onu kurtarsalar Portekiz ile İspanya ardında İngiltere, Fransa, Almanya batıyor gün gelicek gelin bizi kurtarın diyecekler."

sanırım polyannanın babası kim artık biliyorum.

rüyalarla hikaye


ilk başta biri telefonla beni arayıp yüzük bakıcağımızı falan söylüyo ben tanıyorum onu öyle geliyo rüyamda daha sonra otobüse binip ankaraya geliyorum ne işim varsa yüzük ankaradan mı bakılır? yine telefonda ykm önünde buluşmayı planlıyoruz, gidiyorum ykm önüne ve rüya bitiyo.

aylar sonra bi rüya daha çeşitli yerlere girip yüzük beğeniyoruz fakat hala sevdiceğimin yüzünü göremedim.

son rüyayı on gün önce gördüm düğün vardı bildiğin, gelin hanımı görmekte nasip oldu, ama bi problem var ben daha son sınıfın ortasındayım ve okula girerken mezun olmadan evlenmicem valla diye bi anlaşma imzalamışım korkuyorum, okuldakilerin kulağına gider diye, neyse diyorum nerden duycaklar yarım dönem saklarım ama düğün yerine bi gidiyorum ki her yer polis balonlarıyla süslü hemde emniyetin 165. yılı kutlu olsun falan yazıo, eyvah diyorum boku yedik, gelin hanıma (gelin hanım diyorum çünkü adını bilmiyorum) söylesemmi iptal edelimmi diye yok diyorum bi kıza bu yapılmaz neyse evlenmeden önce konvoyumsu bişeye çıkılıyo(rüya işte ) ve gelinle ben ayrı otomobillerdeyim, gelinin arabası şarampole yuvarlandı, canice ama içimi bi huzur kapladı, oh be kurtuldum diyorum(normalde böyle biri diilim ben rüyada öyle oldu).

en son bu gece de annesi olmayan bi bebeği beslediğimi gördüm.


tabirci neyin varsa bana ulaşsın lütfen.

yemekteyiz


barış: ikizler iki gün arayla doğmuş öyle şey olur mu?

ahmet: olur olur, hatta ben geçenlerde bi haber izledim gopta bi kadın sabah kocasından akşam sevgilisinden çocuk peydahlamış onlar ikiz doğmuş, aynı olay amerikada da olmuş zenci bi kadın bi beyaz bi siyah çocuk doğurmuş.

kadir: o olurki milyonda bir ihtimal var senin zenci çocuğun olabilir mesela, ne yaparsın ki o zaman?

ahmet: ilk suculara sonra sütçülere bakarım.

kadir: düşünsene bütün mahallede zenci veletler doğuyo, sütçü bütün evlerde geziyo

ahmet: o zaman bi yavşak zenci tüm dünyanın yüzyılda gerçekleşecek beyazdan kara çocuk ihtimalini bi yılda gerçekleştirmiş olucak gitti milyonda bir ihtimal

coca cola'nın varoluş hikayesi


sene 1805 amerika anayasasını yapmış, iç savaş bitmiş falan bizim bir çiftçimiz var
mc cola adında bu garibim migrenden muzdarip, her gece hayvanlarına bakımını yaptıktan sonra büyük samanlığında hazırladığı labaratuar ortamında ilaç bulmaya çalışıyor kendisine fakat her seferinde başarısız oluyor, bir gece krizlere girdiği anda yine ilaç bulmaya çalışırken samanlık birden aydınlanıyor, mc cola martini tüfeğini kapıp dışarı çıkıyor, bir de ne görsün buğdayları yere eğilmiş yukardan dönerek inen tuaf bir cisim yüzünden, neyse bu daire şeklindeki cisim yere niyor kapısı bugsbunny çizgifilmlerinden aşina olduğumuz efektle açılıyor "cıff cuff tupsss" sesleriyle içinden bi velet uzaylı iniyo, mc cola hemen martinisini ateşliyor fakat ne fayda koruma kalkanı anında devreye giriyor ve mermi sekiyor, uzaylı adının coca olduğunu söleyip dost olduğunu belirtiyor ve aradığını çarenin kendisinde olduğunu söylüyor ve yeşil sıvıyı formulüyle mc colaya uzatıyor, ama rengini yeşilden başka bir şey yapmasını öneriyor. hemen ardından kaçarak uzaklaşıyor.(niye kaçıyor bilemedim ama, ben böyle istedim) mc cola bu içeceği deniyor ve gerçekten migreninin dindiğini görüyor. içeceği meyan köküyle siyahlaştırıyor ve ilaç olarak satmaya başlıyor. daha sonra insanlar bunun bağımlısı oluyor ve içmeden duramıyorlar seri üretime geçiliyor. mc cola içeceğin ismini coca cola koyuyor uzaylıya saygısına. ama bilmiyor ki ne kadar tehlikeli bu yaptığı iş, uzaylılar dünyadaki kola rezervini tamamen kontrol ediyor ve yeterli miktara ulaştığında dünyayı istila edicekler çünkü o lanet yeşil sıvı onların gemilerinin yakıtı ve buraya geldiklerinde yakıt sıkıntısına düşmek istemiyorlar.