irlanda'da yaşamak zor iş

gece uyurken yağmur yağıyodu, iyi de yağıyodu. (şiddetli? sağanak?) sabah uyandığımda hala yağıyodu, en az 6 saat uyudum. dışarıya baktım karabiga'nın deresi taşmıs, sular köprünün üstünden akıyo, mustafa abilerin evi de gitmiştir dedim, bundan 20 sene önceki ekim selinde bizim oturduğumuz ev oluyo o, hakkatten gitmiş, ha bu;


 ağaçların solunda dere başlıyor aslında, bentleri 2 metreden fazla. yağmur devam ederken onlara yapçak bi şey yoktu, evi kolaçan ettim, elektrikler zati gitmişti. masaüstü bilgisayarın üstüne su gelmiş az (burada bacalar akar, soba zati kullanıyoruz) ekran kartı falan ıslaktı ama çalışıyo, sorun yok. bazı yerlere kova takviyesi yaptım. seneye evimde kullanacağım, annemden çöktüğüm güzel halıyı kurtardım. çatıya çıktım giderler suların akmasına yetmiyodu, bir karışa yakın su birikmişti balkonlarda. çay yaptım, içtim. pencereleri açtım, battaniye altına girdim, iflah olmaz bir romantik değilim, kıçım üşüdü. sonra aklıma karamel geldi, ona baktım, yuvasına değil, dama girmiş, sudan çok korkuyo zati. eve geri döndüm. denizde üç kayık vardı, limandan sürüklenmişler, akşam aldılar onları. kız kardeşimle bi arkadaşı geldi ben dışarı bakarken, halısaha yıkıldı dediler, bi de okul bahçesinde ölü tavuklar yüzüyomuş. belediye otobüsüyle dağıtmışlar çocukları sular az gidince.


halı sahada dün gece 10-11 maçı bizimdi, sonra da yağmur başladı zati, bu halinin jubilesini yapmış olduk.

sular az çekilince hemen çarşıya indim, şu haldeyken dere;


bayram temizliğinin üstüne yağmur hoş olmuş, 3 ev yanyana berbat haldeydi, birinin içerdeki suları boşaltmak için duvarı deldiler, sonra ben dışarıya ittim suları. çıkarılcak eşyaları çıkardık üçünden de. güzel masraf vardı, oturanlar zati yeni evliydi. bi dizüstü bilgisayarı suyun altından ben çıkardım, bi kasa başıboş dolaşıyodu ama abla dizi izlediğinden plazma mı, led mi ne tam bilmiyom, o televizyonu hemen kurtarmış. bu 3 saatten fazla sürdü.karnım acıkınca ve yorulunca eve döndüm. halı saha şu haldeydi;



telef olan hayvanlar ve bi de şu araba vardı;


bereket tanrısı priapos'un mekanı olduğundan hep bunlar.



sheep go to heaven goats go to hell

kimse beni karşılamadı, rastgele bi masaya oturdum. yine paçoz olduğumdan sanırım mekanlarına uygun olmadığımı düşündüler, iyi hizmet için arabamın anahtarını mecburen masanın üstüne koydum, yanına da cep telefonumu. 
siparişimi verdikten sonra ufak bi çocuk geldi yanıma, benle tanışmak istiyormuş, cesur ama utangaçtı, konuşurken masaörtüsünü yüzüne siper ediyordu. iyi eğitimliydi, anlattığına bakılırsa bir doktor veya eczacının oğlu, annesi iyileştiriyormuş ve önlük giyiyormuş. çalan ingilizce entel şarkısına eşlik etti kısa bi süre, anasının gözüydü de. uzakça masadan bi kız dikkatlice bize bakıyordu, sanırım bakıcısı, sorun yok dercesine o tarafa baktım ama sorunun bende olduğunu daha sonra anladım, kıyafet burda her şeydi. 
adını hala öğrenmediğim çocuğa benle tatlı yemek isteyip istemediğini sordum, istediğini söyledi. önce gidip izin alırsa olurmuş, onayladığımı gösterdim, gitti. kızla kapıdan dışarı çıktılar, her boku biliyodu ama önce sola bakmadılar, bi arabanın altında kalıverdiler, o tarafa gitmedim. henüz tanıştığım biri için fazla yapmacık bir hareket olurdu.

ımh

aşti'de milyon insan vardı, 15.  (2 senedir ramazan bayramı tatili kaynıyo) defa bayram için ankara'dan bi yere gidiyordum ve daha önce bu kadar kalabalığını görmedim. insanların okullarını çantalarına göre tahmin edebiliyorum, bir de saç tıraşları, herkesin değil. bu sene polislere de asker çantası vermişler, işler karıştı biraz. 11.30 otobüsler 11.50 de "giden yolcu peronlarını terkedebildiler", kahraman muavinler müdahele etmese açılmazdı da orası hiç. nasıl kimse ölmeden boşaldı orası bilmiyorum, hiç yoktan dokundurmalıydı bi kaç otobüs, gözümün gördüğü yerde tık yoktu. en arka köşeyi amca kapmıştı normalde benim olduğu halde, gerlengeç'de indi. ben biga'da, iyiyim, eyvallah.