içimde mutluluk var

iki önceki yazımda bahsettiğim oyuncağımla çekilen ilk fotografları aldım, mesafe ayarlamalarına alışmam lazım, öyle olduğunda sanırım güzel şeyler elde edicem. 








oyuncağım da şu;


bi diğer oyuncağımla daha önce çekip yayınladığım fotograflar için buyrun; http://kepazeyim.blogspot.com/2011/10/bozcaada-fotograflar.html


mustafa amca

emekli olduktan sonra daha önce evlenmemiş biriyle evlenen mustafa amca'ya altınını takmak bana kalmıştı. bizimkilerin bu altın işini aceleye getirmelerinin sebebi 55 yaşında gerdeğe gircek adamı acilinden kutlamak gerektiğini düşünmeleriydi, onların gelmemelerinin sebebi ise çalışmalarıydı.
mustafa amca yıllarca yaşlı annesine baktı, zehra teyze ölünce evleri tamirledi, hatta yeni oturma takımları bile aldı. pazarcılık yapıyodu, dışardan ödeyip emekli oldu. sakince bi adamdı bildiğim kadarıyla, kardeşine göre daha hatırşinastı.
düğün köydeydi, gelin de zati yan köyden biriymiş. o günün öğleni ilçeye gittim, altını alıp bi barda biraz takılcaktım. gerginlik atmak için sevdiğim bir yöntem alkol almak, gerginliğim ise köydeki akrabalarımızı sevmememden ve aslında hiç birini tanımıyo olmamdan kaynaklanıyor. özlem'in oğlu sadık olarak epey bi süzülüceğimi çoktan biliyodum, bekçi ahmet'in büyük torunu değil miydim ben? 
kuyumcuda özgür'le karşılaştım, bi kaç aydır görmüyodum, geçici süreliğine girdiğim iş bile epey soyutlamıştı beni çevremden, onu da çağırdım, tek tabancalık güzel ama bazen sıkıldığım oluyor işte, yalnız olmak istemiyodum işin aslı. 
dertlenmiş bayağı, konuşturtmadı beni, birisi çok konuşunca hepsini dinlemiyorum tabi. bi ara duyguların hissetmek için olduğundan, konuşmak için olmadığından bahsetti, sonra halime teyze ile olan sorunlarına geçince  ben yine tuzlu fıstığa yöneldim. özgür tuvalete gitti, gelmek bilmedi. saat 5'te köy otobüsü olduğunu biliyodu, en azından çeyrek kala kalkmamız gerektiğini de, üstünde hesap ödemelik para olmadığını anladım, ona kızıp borcumuzu ödedim. tuvaletten aldım, yürü lan geç kalıyom diye bağırdım. kızmamın sebebi yavşaklık yapıp da sinsi gibi iş çevirmesiydi.
düğün yerinde rakılı sofralar kurulmuştu, içmeyenler de düşünülmüş ve aralarda votka falan da vardı. ben bi bira aldım kasadan, klasik soruları cevaplamaya koyuldum. ee artık sıra size geldiler falan havalarda uçuştu. altını takamadım, gelinle damatın arabası kaza yapmış, düğünü iptal ettiler. biz ziyan olmasın diye bütün gece nevaleleri bitirmeye çalıştık, sonra altını taksiciye verip eve döndüm. mustafa amca da davullu evlenmek uğursuzluk getiriyo deyip nikah salonunda bitirdi işini zati sonradan. bence o yaşta düğün için bu kadar ısrarcı gözükmeye götü yememişti o başka.

bir gün bir gün bir çocuk

yeni aldığım eski fotograf makinamla oynamak için dışarı çıkarken karamel de peşime takıldı. biraz şımardı yüz vermedim, beraber deniz boyuna doğru yürürken tavukları görünce de delirdi, üstlerine koştu. dedim yine oyun oynucak ama hayvanlar fellik fellik bağırmaya başlayınca sıçtığımı anladım. hemen ben de oraya koştum, bi tane tavuğu boğazından tutup çalıların altına attı, elimle ağzını açıp bıraktırdım, sonra da kıcına saplak atıp yolladım, geri geldi. bi yandan kovaladım bi yandan da tavuk ne alemde diye bakmaya çalıştım, acı acı bağrıyodu. diğerlerini de boğazlamasın diye ordan götürdüm, annemi arayıp rapor verdim, adamla konuşun tavuk alın falan dedim.

adamın dışarı çıktığını görünce de yanına gittim, tavuklarını içeri sokmuştu. olayı anlattım. belli dedi, korkmuş hayvanlar, kızgındı bayağa, torunlarına yolluyomuş yumurtaları, bıkmış köpeklerden. ölen var mı diye baksın istedim, çalıdaki hala ordaydı, onu gösterdim, "vah vah hem de yumurta tavuğu" dedi. parasını vermeyi ya da yeni tavuk getirmeyi önerdim, "hayvanlarımın kime ne zararı var?" diye ağlanmaya başladı. "amca" dedim, "ben boğazlamadım bana niye kızıyon? hiç böyle huyu yoktu, ilk defa böyle bi şey yapıyo bizimki, bi daha dikkat ederim. ben sana getircem yumurta tavuğu." sonra yine "hayvanlarımın kime zararı var" dedi, tavuğa baktı, bi şey olmazmış, yaşarmış. çıplak gibiydi hayvan bütün tüyleri ortalıktaydı zati, hala bağırıyodu, bizim puşt da kabahatli olduğunu anladı, bütün gün yanımda sessiz sessiz durdu, denize girdi, donmadı da.

boş

turuncu saçlı çilli kızlar çok güzelmiş ama ciltlerinin canlılığı gitmeye başladığı gibi tam aksi oluyormuşlar, pittsburgh bu sene çok iyimiş NHL'i uçuruyomuş, ordan çıkınca apikoğlu'na gideymişiz. sıkılıverdim, boş gezerim zati zamanım varsa, yine boştum. hadi hacılar eyvallah deyip kalktım, kahve içmek için bilindik yerlerden birine gidiyordum. kahve kutsayıcımı da aldım tabi öncesinde. böyle kalıplaşmış, aslında bi boka yaramayan zevklerim, zevk denir mi bilmiyorum ama, var hala. ritüellere iman. ha kahve kutsayıcı sigara. 

gittiğim yerde aslı da varmış, mecbur yanına oturdum. yalnız başıma takılmak istememe rağmen sırf yalnız kalacağıma kendimi şartladığımdan ve bunun gerçekleşmesini aslı'nın varlığı engellediğinden ona kızmıştım. hep okuduğum varoluşçu zırvaları yüzünden, istediysem o olacak, kötü de olsa istediğim olmalı, beynimi bulandırdı kierkegaard ve tayfası. 

aslı zamanı geriye alabilse çok güzel olacağından bahsetti, ama şimdiki aklıyla geriye alınacakmış. sanırım bi yirmiüç sene geriye alabilirse gerçekten mutlu olur. babası orta seviyeli bir devlet memuru ve kamu sektöründe olan herkesin bildiği maslow piramidiyle satmadığı caka kalmıyor, annesi ise onun turşusunu kurmak istiyor. hakkaten portakaldaki vitamine döndürmek lazım. tüm bunlara rağmen saçma konuşmasına da kızmıştım, ciddiliğim üzerimdeydi, zati beni baltalamıştı. "o dediğin ancak filmlerde olur cancağazım, sen çık şu saçma dünyadan önce bi" diye sert çıkıverdim, "siktir lan, saçma dünyandan çık diyon ama lafların bile filmlerden arak." deyip bozuverdi beni. benliğime yapılmış bi hakaret, köşeye sıkıştırılmışım. o zaman ortalığı yakmanın zamanı geldiğini anladım, cümbür cemaat yanıp hafifleyelim, üstü temizlenmeyen masaların çirkin görüntüsü de kayboluversin. hemen ardından çok üşendim, genellikle konuşmaya üşenirim. saçma zati konuşmak, bık bık bık, başka bi şey yok, kelimeler bile aynı. konuşmamak öyle değil, kafanda sürekli farklı şeyler var. üşendim işte. bi tatlı aldım, beraber yedik, akşam eve yemeğe çağırdı beni, babası giderken ordan alacakmış. geri çevirdim, tantana çekçek halim yoktu. 

cengiz amca geldi, ben de kalktım. "gideceğim yere kadar" götürdüler beni de, bi filme gitmek istiyodum ne zamandır, yarım saat sonraki seansa bilet aldım, filmin başlamasını beklerken bi sigara daha yaktım, film aralarında sigara içerim, başlar hakkında henüz bi batıl inancım yok. yakında bi çift vardı, oğlan seks için tüm entelektüel birikimini ortaya seriyodu, çiftleşme zamanı gelmiş tavus kuşundan farkı yoktu, çirkinliği dışında. kız çaresizce bi şeyler dedi, itiraz edip düşünmek istedikleri yerine hissettiklerini söylese kendine bok atmış olacağının farkındaydı. tüm bunlar yaşanırken bi kaç filozof mezarında ters döndü, nietzsche hariç.