nazdrovya

7 yılı geçti bir ranzanın üst katında yaşıyorum, 2 metre kare alan güzeldir. sonum iyi olsun istiyorum, bayrağa sarılı olmak kesinlikle kötü. kurşunla değil yatağında huzurla ölenlerin şerefine, nazdrovya! 


"bu gece eğlenilecek, eğlen" diye bir komut gelsin istiyorum, hep beraber "sağol" diyelim, tok ve gür bi sesle. havuzu açsınlar mesela bize, araplar olsun hatay usulü dönerlerini getirsinler. biz de maymun gibi kaju falan tırtıklayalım. yok yeni yıl önemli değil, önemli olan gecenin işlevi. işlevselciyim ben biraz. toplumdaki bozulmalar, geleneklerin kaybolması gibi konulara işlevselci olarak yaklaşıyorum. edirnekari sanatı yok oluyosa yok olmalı, bankalar onu ayakta tutmaya çalışmamalı. edirnekari diye sanat da olmasa olur zati.


hatay usulü döner yakında ankara'yı ele geçirecek, haberiniz olsun. ben buradan tehlikeyi bildirdim, dikkate almak size kalmış. bir gün herkes 100 kilo olacak. ben 68 kiloyum ve hala şişman hissediyorum.



fotografı da çaktım, işte yalnız ve müzisyen.

iki bin lirayla colombiadan açık sarı bot, kanvas pantolon, haki mont alınır, üstüne kalan parayla da otostopa çıkılır. saçlar yeterince uzayınca rasta bile yaptırılır. şampuan ise gereksiz, otostopçunun temiz olması gerekmez. tüm nehirler senin, toprak iyi bir temizleyicidir. açlıktan ölürsün ve filmin çekilir sonunda da.

akdeniz anemisi

şu okuldan bi mezun olayım parası neyse basıp tus kursuna yazılıp sınava giricem, anlamazlarsa belki cerrah merrah bi şey olurum. sınavı kesin geçerim ben, orasını düşünmeyin. 

"dertlerim üst üste gelmedi mi, bilmem ne bilmem ne yetmedi mi?" diye şarkı vardı. epey kaypağımdır müzik konusunda, şu aralar gıy gıylanmıyorum pek fazla. alarm için bile hep aynı şarkıyı seçiyorum. içim öldü, kesin öldü. tustan sonra ilk onu tamir etçem. 

chewbacca

sahip olmak güzeldir, kapitalizme kötü diyebilirsiniz, sermaye falan filan oralardan bahsetmiyorum ve neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmiyorum. 
sahip olmak cidden güzeldir. bunun değerini kendine ait iki metre kare yeri olanlar iyi bilir. bizimkinin de ufak barakası vardı, iki metrekare değildi ama ufaktı. kalbi egede kalmıştı bi de.  millennium falcon'u çalan alex ve çetesi onu derbeder etmişti, öcünü hepsini boğarak aldı. chewbacca artık rahat uyuyabilirdi.



şuralardan bi tarla kapatsak ilerde çoluğumuz çocuğumuz rahat eder yeminle.

arif kaptan

bi motorum vardı, yirmidokuz metrelik. motorlar tahta olur, şimdi büyükleri yok onların. arif kaptan diye bilinirdim, karabiga'dan dimetoka'ya kaçak mal götürürdük. tayfam da iki kişi, eşekçi hasan'ın babası idris bi de kargılının ibrahim. o gece sigaraları yükledik ekmek teknesine, sabaha yola çıkacaz, muhpirler jandarmaya haber uçurmuş bizim idris ile ibrahim de motoru batırmışlar yakayı ele vermeyelim diye. yine de beni aldılar, sonra da mahkemede oniki sene yedim, yattım işte. bu tespih de o zamandan kalma, eski adı dimetoka ama bizim gittiğimiz dimetoka değil, şimdi adı gümüşçay, oradan bi arkadaş yapmıştı, el emeğidir. buna sahip çık ya da çıkma, sana veriyorum.

sağlıklı olmak için

iflah olmaz bir beyefendi olsam yuvarlak yaka kazak altına bile gömlek giyerdim ki o çıkan yakadan edep fışkırsın. ama ben daha doğru dürüst kazak bile giyemiyorum, yeni yeni zorlamaya başladım kendimi çünkü çok soğuk. yo sevdiğim kazaklarım var. kazağı unutalım şimdi, iflah olmaz bir alkolik olsam öğle vakitlerinde sakallı ve pis giyimli bar çalışanlarının tekme atarak yuvarladıkları o kocaman varillerden alırdım evime ama alkol damarlara çok zararlı, yatmadan önce bir kadeh şarap kalbe iyi gelsin diye ve belki arada  ufak bardakta biraz likör, çikolatalı kek yanında. niye şarap ki? pekmez de yararlıdır, elma sirkesi de ılık su ile karıştırılıp içince sabahın köründe yağları yakar, ben kullandım, gerek yok. bal güzel bakın, cidden güzel. hık mık demeden bir çay kaşığı da zencefil atın iki veya üç tatlı kaşığı balın üstüne, binbir derde deva bu kış soğuklarında. soğuktan çok bahseder oldum, eskisinden fazla üşüyorum da ondan. havalar insanı mahvetmez, yalan onlar, iflah olmaz romantiklerin söylediği. havalar belki hasta eder ya da terletir. zatülcenbin doğrudan sebebi soğuk değildir, bal yememektir, pekmeze ıyk, karnıbahara mıyk demektir. sizin de kafanız vardı değil mi? üzgünüm. sigara da o kadar kötü bir şey değildir bu arada, bakın Ajda Pekkan'a Hanımefendiye, siz onun sigara içmediğini düşünürmüsünüz hiç? gerçekten düşünürseniz beni güldürdünüz, Allah da sizi güldürsün. hiç olmasa ömrünün bi kısmında çekmiştir dumanı ciğerlerine. o sağlığını, gençliğini ab-ı hayata değil sarımsaklı yoğurda borçlu, bir de soğuk havalarda kalın kalın kazaklar giymesine.

franny ve zooey

"ego ego ego . bıktım usandım . kendiminkinden de başkalarınkinden de. bir yere varmak , farklı ve ayrıcalıklı birşeyler yapmak , ilginç biri olmak isteyen herkesten bıktım usandım . iğrenç bir şey bu - iğrenç iğrenç. kimin de ne dediği umrumda bile değil."


"rekabet edeceğimden korkuyorum ben-beni asıl korkutan bu. bu yüzden ayrıldım tiyatro bölümünden. ben herkesin değer yargılarını kabule korkunç bir şekilde koşullanmışım diye, bunun doğru olması gerekmez ki. bundan utanıyorum. bıktım usandım. tam bir hiçkimse olacak cesaretim olmamasından usandım. kendimden de, bir çeşit ses getirmek isteyen herkesten de usandım."



"çocuklar hepinize birden ne oldu böyle, bunu anlayamıyorum artık. eski radyo günlerinde, siz küçücükken filan, hepiniz öyle akıllı uslu ve mutluydunuz ki nefistiniz hepiniz. sabah öğlen akşam hep öyleydiniz. bu kadar çok şey bilmek ve şeytan çekici gibi zeki olmak sizi mutlu etmiyorsa, hayatta ne işe yarıyor hiç anlamıyorum doğrusu..." 


okuyun.

orada kasis var, görmeyen tosluyor

diğergam nasıl olunur bilmem, karın altında kalıp daha sonra açan kardelen olmak istemem, sonrasında kendimi feda ederek tohumlarımı asla etrafa saçmam. saçmam da saçma olur zaten. ne hare ne lale, bunlarla ilgilenmiyorum. son nefesimi zaten birilerine bir şey anlatarak harcamayacağım. kanaat önderliği neyse o da çok saçma bi müessese bu arada. 
"herkes neyin ne olduğunu biliyor." cümlesinde kaç zamir var?

neyse meditasyon iyi bir şey olabilir, ibadet etmek de iyi bir şeydir. tüm tanrılar birdir, arada tek bir fark vardır. kötü tanrı yoktur. hades de iyidir, loki de. hatta priapos dahi özünde iyidir. o normalde de kötü değil ya.

elinde günlerce ufak yeşil bir kitapla dolaşıp deliren bir kız tanıdım, son yediği şey istakozdu. normalleşmesi için ihtiyacı olan ise dinibütün katolik bir psikanalist.

son olarak devlet çok para harcıyor, çoğunu boşa harcıyor, hatta çoğunu cebe atıyor. o duvar yıkılırsa ölen çok olur. honolulu için kaygım sonsuz ve ona saygım yok.

bunların adı da içi boş, bu böyle biline.


o deniz yıldızı için çok şey değişmez

güzel şeyler yersek,
güzel şeyler dinlersek,
güzel şeyler okursak,
güzel şeyler üzerinde oturursak,
güzel şeyler görürsek,
güzel oyunlar oynarsak,
güzel çarşaflarda yatarsak,
güzel insanlarla beraber olursak,
güzel insanları görürsek,
kime göre güzel bilemem ama güzel insanlar oluruz.

arz ederim

patlamış mısır ve ıhlamur istiyorum, bir de 2000 lira. yanına bi de çikolata gelse harika olur, beyaz çikolata lütfen. 
nasıl para kazanabilirim diye düşündüm ve baştan aşağı vasıfsız olduğumu farkettim, hiç bir şey üretemiyorum, tüketmek hayat gayem. incik boncuk yapıp satanlar ne de şanslı insanlarmış meğer.
çizmeler güzel, çizmeli kedi eh işte. kedi gibi olmak da güzel.


son isteğime sizin gücünüz yetmez;


take me down to the paradise city, where the grass is green and the girls are pretty.



profesyonel bi ilişkiye ihtiyacım var, haftada bir yabanmersini ve çeşitli güzellikler içeren kek gerek. sevecen bir unlu mamülcü arıyorum. (tatlı tuzlu'nun kızı)

ımh

"tamamen iyi bir adam olursanız asla sevilmezsiniz ve başarılı olamazsınız." ben böyle beylik laflar edecek kadar cesur değilim,  bu yüzden iki tırnağın arkasına gizlendim. yo hayır, onu ben söylemedim. filmin bi kısmının mesajıydı aslında. film tree of life.


kendine göre haklı bi neden bularak haksız bir davranışta bulunma hakkını elde ettiğini düşünmek çok acı. değer yargıların evrensel değil nihayetinde. bu da akşamdan aklıma takılan bir söyleme cevabım, tabi konunun muhattapları bunu okumayacak.


"başarılı bir şair olmak için gerçekten de ya ölmüş olmak gerekir ya da kıvırcık saçlı olmak." buna sakınlıkla katılmıyorum da yazmak istedim, kafam bomboş oldu gibi geliyor. yo havaların suçu yok, sen yine de gel. son cümlemle de hep bi belirsiz "o" ile uğraşan kız bloglarına atıfta bulundum, çaktırmayın.



kedilerden bir kedi

elalem çiziyo yeminle.





akıtma için ağıt: pancake

herkesin annesi yapıyo mu bilmem ama, bi kaç denek üzerinde yağtığım araştırmaya göre; tavanın hepsini doldurmayacak kadar akıtma (krebin kabartma tozlusu, macır yiyeceği) hamuru kaldığında annelerin bu en güzeli diye kakaladığı parça kadar olan, amerikan filmlerde bol gördüğümüz pancake adlı şeyin üzerine o ufak şişelerden çeşitli reçeller dökerek yemek hepinize nasip olsun, ben henüz yemedim.



bu arada polisler donat yemez.

ikinci el telefon almayın

"sen burada yaşamayı hak ediyor musun?" sorusuna hep "hayır" cevabı alıyosam burada yaşaması müstehak olanlar kim? hayat beni oyalamayı bırakınca daha çok sapıtıyorum, hiç değilse oyunla oyalasa olur. porno, içki, kumar kötü şeyler. 


sabah aynaya kaç defa o traş makinasıyla hep o pis saatte aksettiğimi düşündüm, ortamdan soyutlanmış gibiydim. bu bi kere de kız kardeşim üç yaşındayken olmuştu, "oha bizim ailede ufak bi kız var" diye yanmıştı ampül. işte böyle, yeni anladım daha her sabah aynı haltları karıştırdığımı, epey alığım.


gece yerde yıldızlar vardı, projektörün ışığını yansıtan buzdan küçük gezegenler de olabilir. bu arada küçük prens'i rahat bırakın. ben o yıldızlara bastım, ayağım kaydı. bi aydınlanma da o anda yaşadım, epey garip bi yerdeyim.

retro

Ama onlar da suçlu, hem sen kaybederken bana sordun mu? Vampirler güçlü bi Baltık cadısının büyüsü sonucu ortaya çıkmış ve ben kelime tekrarları yapmak istemiyorum. Aslında dar olan dar kalsın. Bi yerden yakalayınca tespiti orda bırakıyorum, yoksa boku çıkıyor. Tespit yakalamak son zamanlarda pek moda, Suave bi çok gıygıy şarkıdan güzel de mi dale? Pitbull asrımızın Hakan Peker'i. Blondinet'le Brunet'in battaniyeleri yoktu, eskisine göre daha çok üşüyorum, "Yer kalmadı" dediler.

ben

Dün koca pezevenk oldum.

kokusu vücudumun işleyisini bozduğun tıraş kolonyasından ve onu kullanıp buram buram kokanlardan tiksiniyorum.

bulls

Sikago nasıl yazılıyo? Nufusu 3 binken zart diye milyonları bulmus. Sonra tabí sosyolojik etkilerí, efendíme soylíyim ucuz is gucu. Banliyo, demirden barakalar, olusan sınıf ve sonunda Micheal Jordan.

yuh

kendi eşyalarıma nazar değdirmem çok kötü. beğenerek aldığım ne varsa bi yerleri zarar görüyor, eh bi şey bulamadım alayım şunu diyerek aldıklarım sapasağlam. mesela büyük hevesle aldığım elektronik eşyaları ilk bi kaç gün içinde garantiye vermek zorunda kalıyorum, 1 ay mahrumiyet. mavi boncuk takmasam mı? 

bi de bu var, nasıl oluyo lan?


Dilerim Allah'tan

sahneye atılan peçeteler iman tahtamın hizasına geldiğinde pistte dans eden kadını farketmiştim, ondan önce aklım neredeydi bilmiyorum. içimdeki şeytan kovulduğundan beri böyleyim, atlamalar yaşıyorum. 


bunu yazdım kaldı, benden bi yol olmuyo artık. dokunmak iyidir, dokunun. dolaşmak iyidir, dolaşın. tebdil-i mekanda cidden ferahlık vardır.  dokunun.


bir de battaniyeye sarılıp sıcak bir şeyler içmeyin. içmiyosunuzdue da iyine de uyarayım dedim, sepyalı filmde miyiz, tumblrda mıyız? kendinize gelin.

kek tarifi 2


malzemeler;

3 yumurta

1 su bardağı şeker


3/4 su bardağı sıvı yağ

1 su bardağı süt

1 paket vanilya

1 paket kabartma tozu

7 kaşık un, plastik bi kaşık var göstericem

1 kase taneli incir reçeli, 7-8 tane olsa yeter, gerisi sıvı kısmı

hoşunuza gidecek kadar ceviz ve tarçın


öncelikle 3 yumurtayla şekerini rengi beyazlaşana kadar mikserle karıştırdım, tahmini 4 dk.

ardından yağı, sütü, reçeli, unu, kabartma tozunu ve vanilyayı ekleyip çırpma teliyle kıvama gelene kadar karıştırdım. incirler arada böyle geliyodu;



bu sıralar fırını 180 e getirdim, tepsiyi yağladım, tarçını undan sonra eklemeyi unuttuğumdan burada ekledim, büyük cevizleri sırtları gözükecek şekilde üstüne koydum.




yoklayıp yeterince fırında kaldığını düşündüğümde de çıkardım fırından, böyle oldu;


tabi o tepsinin incirleri açıkta bırakacak kadar büyük olduğunu düşünecek tecrübem yok, siz biraz küçükçe bi şey kullanın, böyle şeylerle uğraşmayın. tadı pek iyi oldu, sütle her türlü yeniliyor.

tarifi oktay ustanın programında görmüştüm, sadece yağını az koydum oradakine göre.
komşuluk ilişkileri öldü diye ağlanılmasın, komşuluk ilişkisi denen şey unionlar kurup bir diğer komşunun, o an orada poğaça yemeyen falan, üzerine saldırmaktan ibaret. belki bu bi taktik, sürtüşmenin insanları diri tuttuğunun farkında insanlar, faydalanmaya çalışıyolar. 


cemile teyze var, damı var evinin bahçesinde, eskiden inekleri varmış, şimdi o damda iki düzine kadar kedi var, onlara kestiği kurbanın etinden verdiğine şahit oldum. bana da beş lira verdi, sadece ondan para alıyorum bayramlarda, birilerine bir şeyler verdiğinde çok seviniyor.


kablosuz ağımın adıyla dalga geçen bir çocuğa boş bulunduğu bi anda nah yaptım, herkese de ispiyonladı beni.


düğün var bi de koşun gidelim, istanbul'dan gelin gelmiş, onu da görürüz, belki bizim de nasibimiz oralardadır,  haydin gençler.

söyler bana kuşlar diye şarkı var


hatıralarım ve arkadaşlarım benim her şeyim olacakmış, onlara iyi davranmalıymışım. yok ki hatıra, yenileri eklenmiyo pek, eskiler de silindikçe boka sarıyo. zihnim yorulmuyor evet, tertemiz. hep yabani olucakmışım gibi geliyor, en son ne zaman birine sarıldığımı hatırlamıyorum, yok illa sevgili gibi değil. lawrance idi galiba, seks ve dokunmak ile hem fizyolojik hem psikolojik sağlığın yerinde olmasını birbirine bağlıyordu, newton'un elmasından sonra beni en çok o adamın dedikleri yıprattı.


beni leyla ile mecnun böyle yaptı ha. armuttur, eriktir ve hatta belki üzümdür ihtiyacım olan şeyler. 


her neyse, hayatım böyle işte; görkemli değil ama düzenli.



o gemi bir gün mutlaka gelicek ismail abi.


http://www.youtube.com/watch?v=4OnYVvj3Dbw

vallahi bu sefer elden gitti galiba


29 Ekim geçiti, hipodromda olan iptal edildi, resepsiyon da öyle. aile içinde sade bi törenle kutlanılacak cumhuriyetimizin varlığı. bana göre iptal edilmesinin sebebi van'da olan deprem değil, daha çok tören alanının güvenliğinin sağlanamaması endişesi.  ha depremse gerçekten saçma bi neden olur, sonuçta yürüyüşlerde zil takıp oynanmıyor. aslında oynanıyor, geçen sene seğmenler çıkmıştı, başka senelerde görmedim de.

kaygılı kemalistler ve azılı vatanseverler çok rahatsız oldu geçit olmayacak diye ama ezelden saçma bi kutlama şekliydi sanki bizimkisi. cumhurbaşkanı tören birliğini selamlıyor, asker usulü, önünden hazır kıta geçiliyor tek tek, her sene aynı kalıpta konuşmalar oluyor falan. atlar sıçıyo o alana, sanırım siz farketmiyorsunuz ama çok pis kokuyor orası. yarış atları değil, o eski kıyak arabanın eskortu olan atlar. he asker şeklinde diyodum, demokrasi falan deniyor da tank geçiyor oradan yahu, harbiyeliler falan. bir de kızılay ile senede bir hatırlanan, yeni takımlar giydirilen ve sayısı gitgide azalan gaziler oluyor. nasıl demokrasi o öyle? ilk cumhurreisimizin asker kökenli olmasının etkileri var sanırım kutlama tarzımızda, kimse de bu nedir ya hu dememiş. ama asker milletiz, pardon. 


bu törenlerin hazırlığının en az iki ay önceden başladığından ve tonla insanın mesaisinin gasp edildiğinden bahsetmeye gerek duymuyorum.


bu profesyonel tören yürüyüşçüsü olduğum sekizinci sene, törenlerin vatana ve millete, özellikle birlik beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde herhangi bir katkısı olduğunu görmedim. uçaklar hoş uçuyor, hatta provalarda gökyüzüne dev kalp bilem yaptılar da o ayrı.


ps: sakınlıkla akp yandaşı, oylayanı değilim.

ben

süt içiyordum, bi kaç parça da eti cici bebem kalmıştı. birazdan öleceksin dediler. süt rakı gibi gelmeye başladı sonra çalan orhan gencebay'dı. sarhoş gittim huzura, kabul etmediler, sırat'ı da sarhoşken geçemedim. kimin yazdığı tam belli olmayan şiir yalan söylüyormuş.

bozcaada fotograflar

http://kepazeyim.blogspot.com/2011/06/bozcaada.html bu yazıda bozcaada'da yaptıklarımdan ve filmleri tabettirdiğimde yayınlayacağımdan bahsetmiştim, işte fotograflardan bir kaç tanesini size gösteriyorum. makinam lubitel 2.


bu dönerken


tospaa



 alttaki ve üstteki cafe at lisa'stan.




bu da akşamları kaçtığımız yerden ne zaman çektiğimi hatırlamadığım bir fotograf.

ımh

ismail yk gibiyim, beni beğeneni ben ben beğenmem, benim beğendiğim ise beni beğenmez. zurnayım evet. 


bir de ben onun  cemaziyulevvelini bilirim, ah ne mendeburdur o ne.

bu sene de böyle

bu dönem bitince tam anlamıyla salon beyefendisi olucam, seçmeli ders olarak  GÖRGÜ KURALLARI VE BEŞERİ İLİŞKİLER alıyorum. bundan bahsetmem saçma, önemsiz bir şey çünkü, olsun diye oldu. 


geçen sene vize - final - bütünlemeden 0 (yazıyla sıfır) aldığım ceza genel hocası bu sene ceza özele geliyor, sevindirici değil mi? başka problemli hocam yok. kamu maliyesi hocamız sanırım kapitalizmden pek hoşlanmıyor, kolluğun büyük amacının zenginleri korumak olduğunu söyleyen ilk kişi. 


leyla ile mecnun izleyemiyorum, buna bi çözüm bulunsun, bulun.


ankara çok fena, bıktım iyice.


sene başı hakkında söyleyeceklerim bu kadar.


ps: daha çok telefondan giriyorum internete. google readerdan okuyorum bloglarınıza yazdıklarınızı, yorum bırakamıyorum, okumuyorum sanmayın.

bir berber bre berbere

"delikanlıyken saçlarıma bayılırdım, rüzgarda hop hop hopluyolardı. gürdüler, yumuşaktılar. evlenince bi daha hiç öyle olmadı, her gün yıkamak iyi gelmedi. e yengen de yanına yıkanmadan sokmuyodu, sonra sabah da yıkanınca yıpranıyo tabi saçlar, cenabet gezemezsin ya." derken berber, ben bu konuşmayı kaçıncıya dinlediğimi bilmiyordum ve gözlerim kapanmaya başlamıştı. berber sandalyesinden midir yoksa o makinanın sesi mi bilmiyorum ama hemen mayışıyorum traş olurken. adam cenabet falan diyo ya, çok garibime gidiyo.

devlerin aşkı

o yılları anlatan filmlerin renkli, filmlerdeki fotografların siyah beyaz gösterildiği zamanlardı. içkiler kahvelerde içilirdi. muharrem o kadar heybetliydi ki, çarşıdan yürümeye başlasa ayak sesleri tepe mahalledeki evinden duyulur, karısı rüveyde "geliyo bizimki" derdi. bir de nara attı mı sesi bağlarda yankılanırdı. romantik bir beyefendiydi muharrem. tabi türk erkeklerinin çoğunda olduğu gibi romantikleşmesi için alkole ihtiyacı vardı. bir çeşit katalizör. işte o gün altı şişe kırmızı üzüm şarabını, hani bi tanesi erik kadar olan üzümlerden yapılan, bana mısın demeden götürmüştü. kahvedeki masayı kucakladığı gibi eve doğru gitmeye başladı. rüveyde cezveyi ocağa koymuştu bile. kapı açıldı, o zamanlar kapı çalınmazdı, bi ipi çekerdin ve içerdeydin. "rüveydaaa" dedi, "sana çiçek getirdim." masanın üstünde kocaman trakya birlik tenekesine ekilmiş fesleğeni gördü rüveyde, "eyvah yine masayı getirmiş." dedi, "yarın götürür."


nazdrovya

bedenime bir kurşun ya da bir bombanın ortalığa dağılan parçaları girmesi sonucunda ölmek istemiyorum. o ufacık çekirdek insanı nasıl öldürüyor onu da anlamıyorum. çok fazla insan ölüyor bu aralar, halı saha maçı yapan da ölüyor, düğün yapan da. erkekçe veya değil bunu tartışmak saçma. savunmasızken öldürünce haksız ama diğer tarafla karşılıklı çatışırken öldürdüğünde haklı olmuyor kimse. ne olursa olsun inanmadığım ve sahiplenmediğim bir mücadele var, gereksiz buluyorum ve yine asıl etkenin para olduğunu öne sürüyorum. para değil de başka bir şeyse de umrumda değil. kurşun ile değil yatakta ölmek istiyorum.

ımh

daha basit yaşamalıyım, yani karmaşık hale getirmeye çalışmamalıyım. şarkılar her yerde güzel olursa daha sık şarkılardan zevk alma şansı yakalarım. november rain dinlemek için kasım ayının bi gününde yağmur yağmasını beklemek saçma mesela, filmlerden kaptığım bi alışkanlık gibime geliyor. hem her yere, her zamana ayrı şarkı verince boş kalınca kötü oluyor. ne dinlesem diye bakınıp duruyorum, sonra pitbull gecesi ilan ediyorum. suve suve. en azından ben şundan başka tarz dinlemem demiyorum, biz dört kişiyiz gardaşı ezbere biliyorum.


filmler davranışlarımızı etkiliyor gibi geliyor. niye deniz kenarında düşünceli durulur, bacak bacak üstüne atılır? uçurum kenarında kollar bağlanır. mimikler? televizyon yokken de dünyanın her yerinde mimikler aynı mıydı acaba? lie to me doğru mu söylüyor?



mickybo and me, izleyin derim.

böyle anılarım yok, en büyük haylazlığım fil pembesi veya ona benzer renkler uydurup renkli istopta kızları kandırmak olmalı. ağırbaşlı olmanın güzel bir şey olduğu öğretildi bana, keşke yapmasalardı. hep daha büyükmüşüm gibi davranmaya çalıştım, oysa kaydıraklar çocuklar içindi ve ben de çocuktum. yok be acındırma  ya da suni duygu yazısı değil bu. filmden replik kullandım sadece. sonra soğuk nevalenin teki oldum büyük olmaya çalışırken. şimdi koca pezevenk oldum ama bi boka yaramıyo o. let it rain over me diyolar.

ben sevdanın oturduğu sokakta oturuyorum

evimin önünden feribota binip tekirdağ'a gittim, tekirdağına da denir mi acaba? denmez, özel isim. sabahın eylisinde bi yerlere varmak benim kaderim, 04.30 da oradaydım. hiç uyumadım gidene kadar, gemi tuttuğundan falan değil, denizci çocuğuyum ben, gemilerde geçti ömrüm. eskiden olurdu öyle şeyler, deprem olduğu sene 20 gün kalmıştım, eve dönünce 3 gün duvarlar sallandı. stuttgart maçı vardı onu izledim yolda, kitap okudum. inince bi saatten fazla berduş gibi dolandım, banklara yattım. bi börekçiye sefte yaptım, "siftah benden bereketi Allah'tan" dedim. çok satmıştır o gün, eminim, ayağım epey uğurludur, defalarda denedim, boş mekanlar doluyo ben gidince, bereket bi tek kendime vurmuyo. polislere yamandım, bana engin meslek tecrübelerini anlattılar, oysa tek istediğim oturacak yumuşak ve sıcak bi yerdi, belki bi de çay.


hayrabolu çok güzeldi, bi kaç kişi problemimiz vardı. yediğim içtiğim bana kalsın da kuzu lezzetliydi bayağa. gelişme bölümü bu kadar.


dönerken limanda oturmalık vaktim vardı, kendimi eğlendirdim. gittiğimde kapalı olan islam bi şey dondurmacısından dondurma yedim. atv de bi dizi vardı, tek plazmayı kapatıp onu izlemeye başladım, yavşaan biri acık içim geçtiği sıra yetenek sizsiniz'i açmış, ben de uyudum. uyandım hala birileri bir şeyler yapıyodu, hülya avşar insanları rencide ediyordu, saçma sapan sesini yükseltiyordu. acun parasına para katmaya çalışıyodu falan. dışarıya çıktım, marmara adası'na varmıştık, bizim şoparlar bindi gemiye, kaptan köşküne çıkıp çalmaya başladılar, ben de çıktım. bildiğin alem vardı, içkili masa dahil. taa karabiga'ya kadar çiftetelliden sevenleri sevdiğine vermedilere kadar bi yığın şarkı çaldılar, böylece evime geldim. bir de sevdanın oturduğu sokakta otursam olurdu.


http://www.youtube.com/watch?v=JRgWqUaIO6g&NR=1

hayal kırıklığı

telefonla konuştuk, bana;


"ıyyy. seninle aynı yastıkta uyanmak istediğimi kim söyledi ki? bi kere kötü adamlar geldiğinde senin orada olduğunu bilmek güvenden çok tedirginlik verir, bir de senle uğraşmak zorunda kalacağım diye. uzak şehirlerde olsak aradaki mesafeyi bile sevemem, yanına yolculuk yapmayı da. sana dokunmayı bırak ikimizin aynı şemsiye altında kuru kalmasını bile hayal edemiyorum." dedi. 



kepazeyim loves nutella and tumblr and deviantart.

duyuru

daha öncelerde gerizekalı bir dille yazılmış olan yazılardan ben mesul değilim, o zamanki tırt mesuldür, bilginize.

ben

siyaset konuştum bu akşam. semaver ve hoş manzaralı çatı katımız var diye misafirlerimiz oluyo genelde. az önceki şanslı kişilerin arasında akranım da vardı, ben de orada oturmak zorunda kaldım. tabii ki mahallemizin popüler konusu akp, chp, baykal, erdoğan, kılıçdaroğlu ve terör konuşuldu. çok sıkıcı konular ve ben herkesin görüşünü farklı ortamlarda çok kere duydum. diğer herkes de birbirinden haberdar zaten. muhabbet epey uzayınca bitmesi için bir şeyler söylemem gerektiğini farkettim. tüm taraflara karşı tavır alarak atağa kalktım, sonra biz seni hiç böyle bilmiyoduk, niye konuşmuyon dediler, etkilenmişler. bi ara bize irticayı anlat dediler, başıma gelicek var.


ha bi boktan anlıyo da sayılmam, sadece onlar hiç anlamıyor.

ımh

müzik yapabilmeyi isterdim, en azından şarkı söyleyebilmeyi. adam gibi ıslık öttürebilsem olur hatta. yalnız kaldığımda kendimi eğlendirecek bir özelliğim olsaydı. elektrik yoksa ölüyorum. mızıkalarım var, bende iş yok. evde iki çeşit gitar var, kardeşim çılgına döndü, birini bile kavrayamadım. neyim vardı, 2 şarkı 'üfleyebiliyordum'. yaz yaz deli olucam anca yazıyorum, bunlar gibi oluyo ancak. resim çiziyorum bi de; ejderhalar, şovalyeler falan. müzik konusunda tek yeteneğim koleksiyonculuk yapabilmek.


hava kaldı yine de yıldızlar yok çünkü ay çok büyük belki yarın sabah balıklar ucuz ve taze olucak.

ımh

yapıcak bi şey bulamıyorum çünkü sosyal hayat diye bir şeye sahip olmam yıllardır namümkündü. çok kere çabaladım bunu tersine çevirmek için fakat muvaffak olamadım. zaman geçiyor, iki haftadan az kaldı bak. yine de salak saçma günler geçiriyorum. kaçta uyandığım ya kayıp. kaçta yattığımdan haberim yok. bi öğün yemişim dün. şimdi üzüm yiyorum, öğünden sayılmaz ama. karton karton sigara verseler karton karton içerim ama ittihatlı davranıyorum. bir de kaybedenler kulübü diyeceğime erken kaybedenler diyorum hep.

dünümle bugünüm farksız, öyleyse zararda mıyım?

http://fizy.com/#s/16ojj8

ben

ibiza'ya gitsem john lennon'u da unuturum morrissey'i de, rob halford'ın esamesi bile okunmaz, başlarım hoppidi hopp.


düğünümde de rumen kız şarkı söylesin. bu şarkıya uzun zaman önce rastlamıştım, 30 dk adını düşündüm, 20 dk da inna yazarak orada burada aradım, bulması zor. youtubede (ta yazılır) altlardaymış epey.



dr erol bey

o nasıl çingene öyle? petek dinçöz de hemşireydi. nez de son şarkısında sinyal sesinden sonra mesaj bırakmayın diyor.


dr erol bey grup kurarsa üç katı para vereceğim.

komedi dans üçlüsü sayılmaz.

jr nihat hatipoğlu

oktay usta'dan sonra şebnem kısaparmak kadın programının stv versiyonunu yapıyomuş,başlayınca gördüm ki  sait hatipoğlu diye birisi (amin yapan) aynı nihat hatipoğlu ses tonuyla ve hareketleriyle yine ölüm anlatıyor, şehitlik mertebesinden sonra muhafazakar eğlencesi kıyamet alametlerini anlatırlarsa yeniden caps alırım.


maestro ver kerbela müziğini, izleyicileri ağlatalım.


bunu da aldım, şimdi motor pinmene gidebilirim.



alexander süperberduş

into the wildı öve öve bitiremiyorlardı, izledim. modern insanın yalnızlığı, toplumun bireyi ele geçirmesi, paranın değersizliği ve bunun gibi ulvi meselelerden bahsediyordu. bol bol hippi, nudist, esrarkeş vardı - yaşanmış olay olduğu için sanırım hatıralara sadık kalınmış - onların arasında dolanırken daha nalları dikmemesi bile iyi şanstı kahraman için. 


film sayesinde dostoyevski, jack london, leo tolstoy'un vebal altında olduklarını düşündüm, zehiri salmışlar, patatesten çıkartmışlar. eleman zati buhranlarda bi de bunları okuyup tamam yapmam gereken tüm paramı charityleyip avare gibi ortalıkta dolanmak olmalı ve tüm ömrümü macera dolu bir yolculuğa çevirmeliyim diyere vuruyor kendini yollara. 


tabi en son happiness real only when shared yazıyo bi de jack london is king, açlıktan ölceğine o kızcağızın kollarında öleydi olurdu.


bi daha olsa izlemem, bir de tam benim istediğim hayat o filmdeki falan demeyin, kendi domatesinizi, semizotunuzu yetiştirmekten ötesine kalkışmayın.

kedi yedi ciğeri obi wan kenobi

ışın kılıcımı rafa kaldırmanın zamanı gelmişti artık, her gördüğümü sith lordu darth maul sanmaktan bakkala bile gidemez olmuştum. başında annem demişti ama bu jedilık sana göre değil bak, pişman olursun diye. işte salaklık bende padawanlık okulunda yol yakınken dönecektim, şimdi nerede iş bulayım, ne yapayım? hem millet ne derdi? "zora geldi de dönüverdi oralardan" diye dedikodu bile yaparlardı, hoş zora geldiğim yalan değil ya. 


diyorum ki bi şarkuteri açsam adı "kedi yedi ciğeri", tepede ışın kılıcı, sinek cızırdatıyor. yerlerde siyah beyaz dama desenli fayanslar. bakın kafamda her şey hazır, yapayım mı dersiniz? of yine geldi yeşil cüce, zırt pırt bulduğu en ufak led ampulden fırlıyor.

bir günbir gün bir çocuk

geç üzümlerin zamanı geldiğinden mütevellit bağa gitme zamanı başladı.

bu keşkek taşı, revizyonist belediyemiz gördüğünüz sokağın teyzeleri etrafında otursun diye bank koydurttu. çimlerle falan belli bi hava yakaladı orada, bir de teyzeler keşkek taşının içini toprakla doldurup içine fesleğen ekmiş fakat ömürleri etrafında toplanmaya yetmedi. tüm bunların yapıldığı zaman kıştı, teyzelerin de kışı gelmiş meğer.


sağdaki çeşmenin suyu çok güzel. bu yol hep taze boklarla kaplı olur çünkü sol tarafta, bizim bağın hemen karşısı oluyor, muhtar ineklerine bakıyor.


işte böyle bi ortam var içeride, otlar bağı ele geçirdi.


amerikan üzümü ne arıyo la burada?


maaşallah deyin lan!


kedi gibi desem çok mu sıkıcı olurum?

fransız derlerdi de inanmazdım. bir de 3.49 da başlayan kahkaha çok hoş.



artık the do açtığımda annem "yine o kedi gibi kızı açtı" diyor ve kaymak gibi cildi var şuna bak diye ekliyor ekranıma baktıktan sonra.


büyüklere masallar

adamın biri köylünün tarlasını domates ekçem diye tutmuş. domatesten sonra çeltik ardından da mısırı vermiş ama ödediği para domates için kiralamasına bile yetmiyormuş. allem etmiş kullem etmiş borcunun üstüne yatmış, sonra traktörü çaya devrilmiş ve adam ölmüüüş.

canım sıkılıyor

hayır bu connected2.me den profil oluşturmama bahane değil, herkesin var benimn niye olmasın bla bla falan hiç demem zati, şuradayım en az 1-2 saat, arada yoklayın bi de.

http://connected2.me/kepazeyim

tüh be gitti çeyrekler

bi ara tekrar sünnet olsam mı diye düşünmüştüm ama evlenmek daha mantıklı geldi fakat evlenicek birini bulamadım bugün de son olarak hatim şansını kaçırdım. yazın başından beri sabahları camiye gidip çocuklarla bi sayfa kuran okusaydım şimdi zengin biriydim; çeyrek almış başını gitmiş, gelen havluları falan da satar köşe olurdum valla.

bendeki inanılmaz mantık hatası

*bunlar hep gençliğimizi etkilemek için; cnbce izliyorum, devamlı vampirli diziler var, yok hayaletler yok şekil değiştirenler. geleceğimizi yok etmeye çalışıyorlar, yeni nesilin beyni allak bullak, devamlı onlarla meşgul, kendi kültülerini bize aşılamaya çalışıyorlar. bizde vampir diye mistik bi öğe hiç bi zaman olmadı ki.


-yavşak, tüm dünya gulyabaniden korksun? hem amerikalılar yoğurda yoghurt diyo diye yapmadığın şebeklik kalmamıştı.


*o başka bu başka.


-boşver şimdi git de duraktan anneannenin mezar taşlarını al, getirttim sonunda, oraya bırakmışlar. he bi de biga'da anneanneni gördüm bugün, sema teyzen de yanındaydı. "çocuklarım bana bakmıyo." diyo, benle arasında bi şey yokmuş, niye ona gitmediğimi soruyo.


+anne ben onu görsem ne dicem?


*emine teyze falan dersin.

yavru kedi sezonu açıldı

bahar yavrulama postasını kaçırdık inşaat zımbırtısı daha bitmediğinden fakat bizim kara saf kedi bahçe ekosisteminde bir ilki gerçekleştirdi ve 5 encekle ortalıkta boy göstermeye başladı. bunlar da ne zaman bu kadar büyüttüğünü bilmediğim yavruları, en az 10 günlük varlar. daha insandan korkuyolar, tırmalamayı bilmiyolar, 1 hafta sonra başlarlar birbirleriyle oynamaya.













çok sakat var

ben ramazanı değil zafer bayramını kutlarım.


zafer bayramı ne ki bu mübarek günün yanında.


ben ramazan değil şeker bayramı derim.


şeker bayramı zinhar günahtır ramazan bayramı derim.


Allah-u Ekber.


Ne mutlu Türküm diyene.

ımh

bayram geldi ya yine, hiç hazzetmiyorum bayramlardan. istanbul'da otururken bi kaç bayram akrabasına falan giderdik sonra zart diye otururduk evde, burada ise kimse yok gidicek, görümce ıyk elti mıyk derken. tüm kadınlar çalışsın, bu tarz saçma şeylere vakitleri kalmasın da bayramlar belki reklamlardaki gibi olur hiç değilse.


kapitalizm çocuk, kapitalizm dede.


bi de beni bayram namazına götürtmeye çalışıyolar, tövbeliyim gitmem.

velvet goldmine

evet en sevilmeyen bölüm, film tanıtımı.

velvet goldmine'da ewan mcGregor (obi wan kenobi), christian bale (batman), jonathan rhys meyers (tudors'ta bi şeymiş ama bilmiyorum), 
toni collette 
(en güzel filmlerden biri olan little miss sunshine'daki evin anası) oynuyor. 

soundtrack pek dolu placebo var. şarkıları oynayanlar seslendirmiş,
güçleri yetmeyince de thom yorke.
renkler güzel. 
e oynayanları zati yazdım alayı göze 
hitap ediyor. duyusal olarak problem yok filmde.

peki filmde ne anlatılıyor?

oscar wilde'tan bir şeyler, david bowie ve iggy pop sevdası,
belki kurt cobain (heroin falan var emin olamadım), gaylik, biseksüellik,
zevkü sefa için yaşayan beatles'tan biraz sonraki gençler bla bla.

ben izledim, pişman değilim, bi kaç replika ile yazımı sonlandırıyorum.


 the world is changed because you are made of ivory and gold. the curves of your lips rewrite history

dünya değişti çünkü sen fildişi ve altından yapılmışsın. dudaklarındaki kıvrımlar tarihi yeniden yazıyor.



what's true about music is true about life, that beauty reveals everything because it expresses nothing.

müzik için ne geçerliyse hayat için de o geçerlidir, güzellik her şeyi açığa vurur çünkü hiç bir şey ifade etmez.

style always wins out in the end. 

stil eninde sonunda kazanır.