ımh

ismail yk gibiyim, beni beğeneni ben ben beğenmem, benim beğendiğim ise beni beğenmez. zurnayım evet. 


bir de ben onun  cemaziyulevvelini bilirim, ah ne mendeburdur o ne.

bu sene de böyle

bu dönem bitince tam anlamıyla salon beyefendisi olucam, seçmeli ders olarak  GÖRGÜ KURALLARI VE BEŞERİ İLİŞKİLER alıyorum. bundan bahsetmem saçma, önemsiz bir şey çünkü, olsun diye oldu. 


geçen sene vize - final - bütünlemeden 0 (yazıyla sıfır) aldığım ceza genel hocası bu sene ceza özele geliyor, sevindirici değil mi? başka problemli hocam yok. kamu maliyesi hocamız sanırım kapitalizmden pek hoşlanmıyor, kolluğun büyük amacının zenginleri korumak olduğunu söyleyen ilk kişi. 


leyla ile mecnun izleyemiyorum, buna bi çözüm bulunsun, bulun.


ankara çok fena, bıktım iyice.


sene başı hakkında söyleyeceklerim bu kadar.


ps: daha çok telefondan giriyorum internete. google readerdan okuyorum bloglarınıza yazdıklarınızı, yorum bırakamıyorum, okumuyorum sanmayın.

bir berber bre berbere

"delikanlıyken saçlarıma bayılırdım, rüzgarda hop hop hopluyolardı. gürdüler, yumuşaktılar. evlenince bi daha hiç öyle olmadı, her gün yıkamak iyi gelmedi. e yengen de yanına yıkanmadan sokmuyodu, sonra sabah da yıkanınca yıpranıyo tabi saçlar, cenabet gezemezsin ya." derken berber, ben bu konuşmayı kaçıncıya dinlediğimi bilmiyordum ve gözlerim kapanmaya başlamıştı. berber sandalyesinden midir yoksa o makinanın sesi mi bilmiyorum ama hemen mayışıyorum traş olurken. adam cenabet falan diyo ya, çok garibime gidiyo.

devlerin aşkı

o yılları anlatan filmlerin renkli, filmlerdeki fotografların siyah beyaz gösterildiği zamanlardı. içkiler kahvelerde içilirdi. muharrem o kadar heybetliydi ki, çarşıdan yürümeye başlasa ayak sesleri tepe mahalledeki evinden duyulur, karısı rüveyde "geliyo bizimki" derdi. bir de nara attı mı sesi bağlarda yankılanırdı. romantik bir beyefendiydi muharrem. tabi türk erkeklerinin çoğunda olduğu gibi romantikleşmesi için alkole ihtiyacı vardı. bir çeşit katalizör. işte o gün altı şişe kırmızı üzüm şarabını, hani bi tanesi erik kadar olan üzümlerden yapılan, bana mısın demeden götürmüştü. kahvedeki masayı kucakladığı gibi eve doğru gitmeye başladı. rüveyde cezveyi ocağa koymuştu bile. kapı açıldı, o zamanlar kapı çalınmazdı, bi ipi çekerdin ve içerdeydin. "rüveydaaa" dedi, "sana çiçek getirdim." masanın üstünde kocaman trakya birlik tenekesine ekilmiş fesleğeni gördü rüveyde, "eyvah yine masayı getirmiş." dedi, "yarın götürür."


nazdrovya

bedenime bir kurşun ya da bir bombanın ortalığa dağılan parçaları girmesi sonucunda ölmek istemiyorum. o ufacık çekirdek insanı nasıl öldürüyor onu da anlamıyorum. çok fazla insan ölüyor bu aralar, halı saha maçı yapan da ölüyor, düğün yapan da. erkekçe veya değil bunu tartışmak saçma. savunmasızken öldürünce haksız ama diğer tarafla karşılıklı çatışırken öldürdüğünde haklı olmuyor kimse. ne olursa olsun inanmadığım ve sahiplenmediğim bir mücadele var, gereksiz buluyorum ve yine asıl etkenin para olduğunu öne sürüyorum. para değil de başka bir şeyse de umrumda değil. kurşun ile değil yatakta ölmek istiyorum.

ımh

daha basit yaşamalıyım, yani karmaşık hale getirmeye çalışmamalıyım. şarkılar her yerde güzel olursa daha sık şarkılardan zevk alma şansı yakalarım. november rain dinlemek için kasım ayının bi gününde yağmur yağmasını beklemek saçma mesela, filmlerden kaptığım bi alışkanlık gibime geliyor. hem her yere, her zamana ayrı şarkı verince boş kalınca kötü oluyor. ne dinlesem diye bakınıp duruyorum, sonra pitbull gecesi ilan ediyorum. suve suve. en azından ben şundan başka tarz dinlemem demiyorum, biz dört kişiyiz gardaşı ezbere biliyorum.


filmler davranışlarımızı etkiliyor gibi geliyor. niye deniz kenarında düşünceli durulur, bacak bacak üstüne atılır? uçurum kenarında kollar bağlanır. mimikler? televizyon yokken de dünyanın her yerinde mimikler aynı mıydı acaba? lie to me doğru mu söylüyor?



mickybo and me, izleyin derim.

böyle anılarım yok, en büyük haylazlığım fil pembesi veya ona benzer renkler uydurup renkli istopta kızları kandırmak olmalı. ağırbaşlı olmanın güzel bir şey olduğu öğretildi bana, keşke yapmasalardı. hep daha büyükmüşüm gibi davranmaya çalıştım, oysa kaydıraklar çocuklar içindi ve ben de çocuktum. yok be acındırma  ya da suni duygu yazısı değil bu. filmden replik kullandım sadece. sonra soğuk nevalenin teki oldum büyük olmaya çalışırken. şimdi koca pezevenk oldum ama bi boka yaramıyo o. let it rain over me diyolar.

ben sevdanın oturduğu sokakta oturuyorum

evimin önünden feribota binip tekirdağ'a gittim, tekirdağına da denir mi acaba? denmez, özel isim. sabahın eylisinde bi yerlere varmak benim kaderim, 04.30 da oradaydım. hiç uyumadım gidene kadar, gemi tuttuğundan falan değil, denizci çocuğuyum ben, gemilerde geçti ömrüm. eskiden olurdu öyle şeyler, deprem olduğu sene 20 gün kalmıştım, eve dönünce 3 gün duvarlar sallandı. stuttgart maçı vardı onu izledim yolda, kitap okudum. inince bi saatten fazla berduş gibi dolandım, banklara yattım. bi börekçiye sefte yaptım, "siftah benden bereketi Allah'tan" dedim. çok satmıştır o gün, eminim, ayağım epey uğurludur, defalarda denedim, boş mekanlar doluyo ben gidince, bereket bi tek kendime vurmuyo. polislere yamandım, bana engin meslek tecrübelerini anlattılar, oysa tek istediğim oturacak yumuşak ve sıcak bi yerdi, belki bi de çay.


hayrabolu çok güzeldi, bi kaç kişi problemimiz vardı. yediğim içtiğim bana kalsın da kuzu lezzetliydi bayağa. gelişme bölümü bu kadar.


dönerken limanda oturmalık vaktim vardı, kendimi eğlendirdim. gittiğimde kapalı olan islam bi şey dondurmacısından dondurma yedim. atv de bi dizi vardı, tek plazmayı kapatıp onu izlemeye başladım, yavşaan biri acık içim geçtiği sıra yetenek sizsiniz'i açmış, ben de uyudum. uyandım hala birileri bir şeyler yapıyodu, hülya avşar insanları rencide ediyordu, saçma sapan sesini yükseltiyordu. acun parasına para katmaya çalışıyodu falan. dışarıya çıktım, marmara adası'na varmıştık, bizim şoparlar bindi gemiye, kaptan köşküne çıkıp çalmaya başladılar, ben de çıktım. bildiğin alem vardı, içkili masa dahil. taa karabiga'ya kadar çiftetelliden sevenleri sevdiğine vermedilere kadar bi yığın şarkı çaldılar, böylece evime geldim. bir de sevdanın oturduğu sokakta otursam olurdu.


http://www.youtube.com/watch?v=JRgWqUaIO6g&NR=1

hayal kırıklığı

telefonla konuştuk, bana;


"ıyyy. seninle aynı yastıkta uyanmak istediğimi kim söyledi ki? bi kere kötü adamlar geldiğinde senin orada olduğunu bilmek güvenden çok tedirginlik verir, bir de senle uğraşmak zorunda kalacağım diye. uzak şehirlerde olsak aradaki mesafeyi bile sevemem, yanına yolculuk yapmayı da. sana dokunmayı bırak ikimizin aynı şemsiye altında kuru kalmasını bile hayal edemiyorum." dedi. 



kepazeyim loves nutella and tumblr and deviantart.

duyuru

daha öncelerde gerizekalı bir dille yazılmış olan yazılardan ben mesul değilim, o zamanki tırt mesuldür, bilginize.

ben

siyaset konuştum bu akşam. semaver ve hoş manzaralı çatı katımız var diye misafirlerimiz oluyo genelde. az önceki şanslı kişilerin arasında akranım da vardı, ben de orada oturmak zorunda kaldım. tabii ki mahallemizin popüler konusu akp, chp, baykal, erdoğan, kılıçdaroğlu ve terör konuşuldu. çok sıkıcı konular ve ben herkesin görüşünü farklı ortamlarda çok kere duydum. diğer herkes de birbirinden haberdar zaten. muhabbet epey uzayınca bitmesi için bir şeyler söylemem gerektiğini farkettim. tüm taraflara karşı tavır alarak atağa kalktım, sonra biz seni hiç böyle bilmiyoduk, niye konuşmuyon dediler, etkilenmişler. bi ara bize irticayı anlat dediler, başıma gelicek var.


ha bi boktan anlıyo da sayılmam, sadece onlar hiç anlamıyor.

ımh

müzik yapabilmeyi isterdim, en azından şarkı söyleyebilmeyi. adam gibi ıslık öttürebilsem olur hatta. yalnız kaldığımda kendimi eğlendirecek bir özelliğim olsaydı. elektrik yoksa ölüyorum. mızıkalarım var, bende iş yok. evde iki çeşit gitar var, kardeşim çılgına döndü, birini bile kavrayamadım. neyim vardı, 2 şarkı 'üfleyebiliyordum'. yaz yaz deli olucam anca yazıyorum, bunlar gibi oluyo ancak. resim çiziyorum bi de; ejderhalar, şovalyeler falan. müzik konusunda tek yeteneğim koleksiyonculuk yapabilmek.


hava kaldı yine de yıldızlar yok çünkü ay çok büyük belki yarın sabah balıklar ucuz ve taze olucak.

ımh

yapıcak bi şey bulamıyorum çünkü sosyal hayat diye bir şeye sahip olmam yıllardır namümkündü. çok kere çabaladım bunu tersine çevirmek için fakat muvaffak olamadım. zaman geçiyor, iki haftadan az kaldı bak. yine de salak saçma günler geçiriyorum. kaçta uyandığım ya kayıp. kaçta yattığımdan haberim yok. bi öğün yemişim dün. şimdi üzüm yiyorum, öğünden sayılmaz ama. karton karton sigara verseler karton karton içerim ama ittihatlı davranıyorum. bir de kaybedenler kulübü diyeceğime erken kaybedenler diyorum hep.

dünümle bugünüm farksız, öyleyse zararda mıyım?

http://fizy.com/#s/16ojj8

ben

ibiza'ya gitsem john lennon'u da unuturum morrissey'i de, rob halford'ın esamesi bile okunmaz, başlarım hoppidi hopp.


düğünümde de rumen kız şarkı söylesin. bu şarkıya uzun zaman önce rastlamıştım, 30 dk adını düşündüm, 20 dk da inna yazarak orada burada aradım, bulması zor. youtubede (ta yazılır) altlardaymış epey.



dr erol bey

o nasıl çingene öyle? petek dinçöz de hemşireydi. nez de son şarkısında sinyal sesinden sonra mesaj bırakmayın diyor.


dr erol bey grup kurarsa üç katı para vereceğim.

komedi dans üçlüsü sayılmaz.

jr nihat hatipoğlu

oktay usta'dan sonra şebnem kısaparmak kadın programının stv versiyonunu yapıyomuş,başlayınca gördüm ki  sait hatipoğlu diye birisi (amin yapan) aynı nihat hatipoğlu ses tonuyla ve hareketleriyle yine ölüm anlatıyor, şehitlik mertebesinden sonra muhafazakar eğlencesi kıyamet alametlerini anlatırlarsa yeniden caps alırım.


maestro ver kerbela müziğini, izleyicileri ağlatalım.


bunu da aldım, şimdi motor pinmene gidebilirim.



alexander süperberduş

into the wildı öve öve bitiremiyorlardı, izledim. modern insanın yalnızlığı, toplumun bireyi ele geçirmesi, paranın değersizliği ve bunun gibi ulvi meselelerden bahsediyordu. bol bol hippi, nudist, esrarkeş vardı - yaşanmış olay olduğu için sanırım hatıralara sadık kalınmış - onların arasında dolanırken daha nalları dikmemesi bile iyi şanstı kahraman için. 


film sayesinde dostoyevski, jack london, leo tolstoy'un vebal altında olduklarını düşündüm, zehiri salmışlar, patatesten çıkartmışlar. eleman zati buhranlarda bi de bunları okuyup tamam yapmam gereken tüm paramı charityleyip avare gibi ortalıkta dolanmak olmalı ve tüm ömrümü macera dolu bir yolculuğa çevirmeliyim diyere vuruyor kendini yollara. 


tabi en son happiness real only when shared yazıyo bi de jack london is king, açlıktan ölceğine o kızcağızın kollarında öleydi olurdu.


bi daha olsa izlemem, bir de tam benim istediğim hayat o filmdeki falan demeyin, kendi domatesinizi, semizotunuzu yetiştirmekten ötesine kalkışmayın.

kedi yedi ciğeri obi wan kenobi

ışın kılıcımı rafa kaldırmanın zamanı gelmişti artık, her gördüğümü sith lordu darth maul sanmaktan bakkala bile gidemez olmuştum. başında annem demişti ama bu jedilık sana göre değil bak, pişman olursun diye. işte salaklık bende padawanlık okulunda yol yakınken dönecektim, şimdi nerede iş bulayım, ne yapayım? hem millet ne derdi? "zora geldi de dönüverdi oralardan" diye dedikodu bile yaparlardı, hoş zora geldiğim yalan değil ya. 


diyorum ki bi şarkuteri açsam adı "kedi yedi ciğeri", tepede ışın kılıcı, sinek cızırdatıyor. yerlerde siyah beyaz dama desenli fayanslar. bakın kafamda her şey hazır, yapayım mı dersiniz? of yine geldi yeşil cüce, zırt pırt bulduğu en ufak led ampulden fırlıyor.

bir günbir gün bir çocuk

geç üzümlerin zamanı geldiğinden mütevellit bağa gitme zamanı başladı.

bu keşkek taşı, revizyonist belediyemiz gördüğünüz sokağın teyzeleri etrafında otursun diye bank koydurttu. çimlerle falan belli bi hava yakaladı orada, bir de teyzeler keşkek taşının içini toprakla doldurup içine fesleğen ekmiş fakat ömürleri etrafında toplanmaya yetmedi. tüm bunların yapıldığı zaman kıştı, teyzelerin de kışı gelmiş meğer.


sağdaki çeşmenin suyu çok güzel. bu yol hep taze boklarla kaplı olur çünkü sol tarafta, bizim bağın hemen karşısı oluyor, muhtar ineklerine bakıyor.


işte böyle bi ortam var içeride, otlar bağı ele geçirdi.


amerikan üzümü ne arıyo la burada?


maaşallah deyin lan!


kedi gibi desem çok mu sıkıcı olurum?

fransız derlerdi de inanmazdım. bir de 3.49 da başlayan kahkaha çok hoş.



artık the do açtığımda annem "yine o kedi gibi kızı açtı" diyor ve kaymak gibi cildi var şuna bak diye ekliyor ekranıma baktıktan sonra.


büyüklere masallar

adamın biri köylünün tarlasını domates ekçem diye tutmuş. domatesten sonra çeltik ardından da mısırı vermiş ama ödediği para domates için kiralamasına bile yetmiyormuş. allem etmiş kullem etmiş borcunun üstüne yatmış, sonra traktörü çaya devrilmiş ve adam ölmüüüş.

canım sıkılıyor

hayır bu connected2.me den profil oluşturmama bahane değil, herkesin var benimn niye olmasın bla bla falan hiç demem zati, şuradayım en az 1-2 saat, arada yoklayın bi de.

http://connected2.me/kepazeyim

tüh be gitti çeyrekler

bi ara tekrar sünnet olsam mı diye düşünmüştüm ama evlenmek daha mantıklı geldi fakat evlenicek birini bulamadım bugün de son olarak hatim şansını kaçırdım. yazın başından beri sabahları camiye gidip çocuklarla bi sayfa kuran okusaydım şimdi zengin biriydim; çeyrek almış başını gitmiş, gelen havluları falan da satar köşe olurdum valla.

bendeki inanılmaz mantık hatası

*bunlar hep gençliğimizi etkilemek için; cnbce izliyorum, devamlı vampirli diziler var, yok hayaletler yok şekil değiştirenler. geleceğimizi yok etmeye çalışıyorlar, yeni nesilin beyni allak bullak, devamlı onlarla meşgul, kendi kültülerini bize aşılamaya çalışıyorlar. bizde vampir diye mistik bi öğe hiç bi zaman olmadı ki.


-yavşak, tüm dünya gulyabaniden korksun? hem amerikalılar yoğurda yoghurt diyo diye yapmadığın şebeklik kalmamıştı.


*o başka bu başka.


-boşver şimdi git de duraktan anneannenin mezar taşlarını al, getirttim sonunda, oraya bırakmışlar. he bi de biga'da anneanneni gördüm bugün, sema teyzen de yanındaydı. "çocuklarım bana bakmıyo." diyo, benle arasında bi şey yokmuş, niye ona gitmediğimi soruyo.


+anne ben onu görsem ne dicem?


*emine teyze falan dersin.

yavru kedi sezonu açıldı

bahar yavrulama postasını kaçırdık inşaat zımbırtısı daha bitmediğinden fakat bizim kara saf kedi bahçe ekosisteminde bir ilki gerçekleştirdi ve 5 encekle ortalıkta boy göstermeye başladı. bunlar da ne zaman bu kadar büyüttüğünü bilmediğim yavruları, en az 10 günlük varlar. daha insandan korkuyolar, tırmalamayı bilmiyolar, 1 hafta sonra başlarlar birbirleriyle oynamaya.