insan attan inip hiç eşeğe biner mi?

-kargamecmua'ya yazdığım yazıydı, yine geciktim, madem öyle burda yayınlayayım.-


Yirmi yaşındayım, sanırım sekiz senedir intiharı düşlüyorum, hem ergenliğin verdiği buhran hem yatılı okullarda sürten şahsımın sıkıntıları, özellikle yalnızlık. “Ancak körler günahsız olur.” demiş İsa; ben yalnızım diye günahsızım, tek başına günah bile işlenmiyor dostlarım, küçük yaramazlıklarımı saymıyorum tabi.
Artık zamanı gelmişti, hadi yapalım dedik, yalnızım dediysem her yalnızın sahip olduğu yine yalnız bir ortağı olur ya, benim yalnızlığımı paylaştığım arkadaşım, adını size söylemeyeceğim, aynı dertlerden muzdaripti ve kararımızı aldık. İkimiz de kendimizi toprağa gömecek bir düzenek hazırladık dev okul ormanında, nelerle karşılaşacağımızı, son anda sevdiklerin aklına gelmesi gibi, biliyorduk ve bunlara yönelik hazırlıklarımız olmalıydı, benim aklıma Özden geldi, daha doğrusu Özden’in klonlama üzerine çalışmalar yapan arkadaşları. Annem üzerime titrerdi, klon annem içindi, baharda topladığı mantarları da ben yazları eve uğramasam kimse yemezdi. Bir buluşma ayarladım Özden’in arkadaşlarıyla.
“Deneğiniz olmak istiyorum.” dedim, güvenilir bir ses tonuyla. Tersler gibi hatta sanki köpekle konuşuyormuşçasına; “Öyle bedavaya olmaz.” diye tısladı Lucas. “Oha bir de para mı vereceğim? Öleceğim be ben! “ moralim fena halde bozulmuştu, okurken hiç de fena sayılmayacak bir birikim elde etmiştim ve bunları anneciğime bırakmak istiyordum, arabamın anahtarını masaya koydum, “Sen işini hallet, biz mekanı biliyoruz, doku alacağız oradan, kendini fazla hırpalama.” dediler ve kırmızı golfüme binip gittiler.
Ne en sevdiğim elbiselerimi giydim, ne de en sevdiğim şarkıyı dinledim, sadece ilkokulumun oradaki bakkaldan dal dal alıp içerek sigaraya başlamama sebep olan L&M yaktım bir tane, o bitince de üstüme düşecek ıslak toprakları hareket ettirmek için altlarındaki tahtayı oynattım, son gördüğüm işini garantiye almak için bir de toprağa benzin döküp yakan arkadaşımı fark eden bekçinin onu kürekle söndürmesiydi, başaramamıştı yine, Paint It Black dinlemediğime pişman olarak verdim son nefesimi.
Uyandım ya da uyandı, birinci tekil şahısla anlatıcağım devamını da. Evimde saat bulundurmazdım, tabii takvim de, terminale gidip bir otobüse atladım, bir hafta olmuş, bilette yazan tarihe göre. Bahçe kapısının zilini çalmadım her zamanki gibi, duvardan atladım, iki katlı evde sadece mutfağın ışığı yanıyordu, zile bastım, annem balkona çıktı ve ortalığı yaygaraya verdi; “Nerelerdesin sen? Telefonunu niye açmıyorsun? Ödüm patladı başına bir hal geldi diye!” Kadıncağız baştan sona haklıydı ama nerden bilirdim lanet teknolojinin telefonumu bir hafta boyunca açık tutacağını ve Lucasların işinin bu kadar uzun süreceğini, hoş telefonum hiç çalmasa bu yaşında hemen benim evime gelirdi, iyi ki de sarjım bitmemiş diye sevindim bile. “Buradayım işte, bak bir şeyim yok, çok acıktım, ne yapıyorsun?” diyerek rahatlatmaya çalıştım onu, direkt mutfağa geçtim, sarmasını hiç eksik etmeyen kadın yaş kuşağına girmiş olan anacağım hemen sarmaları koydu önüme, “yi yi seversin daha börek de var.”
Telefon çaldı, ben açtım, “Ormanda yatar, kimse sırrını bilmez, eki eki, bil bakalım o nedir?” dedi , tanıdım hemen, Lucas’tı, “Ne istiyorsun, aldın ya alacağını!” çok sinirlenmiştim, aynı zamanda tedirgin de olmuştum , “O paraya koyun kopyalanmazmış, evini istiyoruz.”
Hemen Özden’i çağırdım, iskelede konuştuk, “Hallederiz.” dedi, eve döndüm, annemin suratı bir değişikti, “Olsun ben seni de severim.” derken ağlıyordu, ana sevgisi işte. Tanrı emirleri gelince günah dirildi ve ben öldüm, annemin bana güveni kalmadı. Evet artık yoktum ama dertlerimle uğraşması için Ahmet hala ordaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

buraya bakarlar