kara ormanda takılırkene

Bu zımbırtıyı çift yerde yayınlıyorum.



Son okumu da attığımdan beri ağaçların arasından üç farklı kişiye ait sesler duydum. Demek ki en az üç sipahi daha vardı. Kuşağımdaki hançeri meyve kesmekten başka bir işte kullanmışlığım olmadığından işim çok zordu. Hemen en yakındaki ölü sipahinin kılıcını aldım, kabzasında Karesi Beyi Eşref’in beslediklerinden olduğunu belli eden boğa boynuzu işlemesi vardı. Bu seferki kovalamacanın sebebi Gavur Mikis’ten kaçırdığım şaraplardı herhalde. Kırmızı üzüm şarapları neyse de, erik ve karadut şaraplarına değdi doğrusu, bu hak-hukuk haydutları beni yakalasa da umrumda olmazdı. Korkum her biri Eşref Bey’in seçkin atlarından olan sipahi atlarına zarar vermekti. Eşref Bey adına yakışır bir şekilde üç-beş sipahinin lafını yapacak adam değildi ama hele bir atlarına bir şey olmayagörsün, işte o zaman atlarla dörde ayrılma vakti gelmiştir.

Bir ok vızırtıyla yanımdan geçip yirmi adım ötede kuma saplandı. Meğer hengamedeki tek okçu ben değilmişim. Çok iyi bir haberdi bu, kılıçla işim hançerle olduğu kadar olmasa da zordu yine de, okçunun oklarını alabilirsem kalanların da canına okumam çoçuk oyuncağı olurdu. Hedefimin yerini kuma saplanan oktan anladım. Postu deldirmeyecek şekilde hızlıca ağaçlığa daldım. Siyah bir atın üstünde zırhlı birisi vardı, elindeyse arbalet. Şaşırdım, bu zamanda arbalet sadece yarışmalarda kullanılıyordu. Hem zırhı da vardı. Biga’ya ait tek şeyi atıydı, o da onun değildi zati.

Arbaletli olması işime geldi, normal bi yaydan daha yavaş atış yapacaktı demek ki. Hızlı olursam en fazla iki ok daha fırlattığında yanına varabilirdim. Ağaçları da siper olarak kullanırsam yaralanma ihtimalimi çok aza indirip sadağını almak için çok büyük şansa sahip olurdum.


Koşmaya başladım, bir vızırtı daha, yolu yarıladım, az kalsın ufak bi kütüğe takılıp düşüyordum, atlının yanına geldim, dikkatli olmalıydım, parçalarıma ayrılmak istemiyordum. Askeri ayağından çekip alaşağı ettim, miğferini çıkardım, karşımdaki uzun kızıl saçlarını kafasının arkasına toplamış, beyaz suratlı, yeşil gözlü Alexiou’mdu. Tahmin ettiğim gibi Mora’dandı ama onu tanıyabiliyo olacağımı aklımdan bile geçirmemiştim doğrusu.


“Bir daha içersen canına okurum, anamın evine giderim.” dediğinde bu kadarını yapacağını düşünmemiştim. O an tövbe ettim, çocuklarımız şimdi Enderunda inşaat mühendisliği okuyor.

5 yorum:

buraya bakarlar