boys dont cry

Verandada pipomla birlikte orta şekerli kahvemi içerken sanayideki dev tırları izliyordum ve dün gece karaokede neler olduğunu hatırlamaya çalışıyordum, en son bi old milwaukee daha istemiştim Haydar’ dan, her zamankinden ha diye sırıtmıştı.
Gece başlı başına hataydı; tüm gün ofiste iki blok ötedeki matbaaya yetişçek olan sünnet davetiyelerini hazırlamakla uğraşmıştım, bu da beni feci halde yormuştu ama Dilşah ile Banu’ nun davetini reddedememiştim, nasıl reddedebilirdim ki? Boncuk mavisi gözleri olan Dilşah hadi ölüyoz dese ateş kızılı saçlarına tutunur giderdim.
Mekanı daha önceden biliyordum, üzerinde route 66 yazan arabalar, Yıldırımbosna Spor  formaları ve kramponlarla süslenmiş, loş ışıklı, ortadaki amerikan masalarında 3 senedir yıkanmayan, uzun saçlı, top sakallı, şişman bodur adamların bilardo oynadığı,  mahalleden Haydar’ ın tek barmeni olduğu loş bi yer.
Sıra bana gelince Boys Don’t Cry  çalmaya başladı, en sevdiğim The Cure şarkısı, monitöre bakmama gerek yoktu söylemek için, Dilşah’ ın gözlerine baktım, şarkının “i try to laugh about it/ cover it up with lies/ i try to laugh about it/ hiding the tears in my eyes/ cause boy don’t cry” kısmında kendimden geçiyordum, bi de ağlamayı başarabilirsem bu iş tamamdı, tabi olmadı, sahneden indim, herkes beni alkışlıyordu, ancak grand kanyonda 10000 kelebek yakalasam bu kadar bir şeyler başarabilmiş hissederdim kendimi, bir milwaukee daha, dickel diye içki mi olur lan!


Boys Don’t Cry ı izleyin bence, olur o.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

buraya bakarlar