ezanlar bizim için

öğlen sıcağından iyice bunaldığımdan mermer musalla taşına uzanmış dinleniyordum. ilk aklıma düştüğünde beni çok heyecanlandıran tek başıma yurtdışına çıkma fikri pratikte hiç de öyle gelmiyordu, bosna'daydım ve sıkıntıdan tarihi bir caminin musalla taşının üzerinde sinan özen dinliyordum. bu tatilim daha sonra italya'ya geçmemle birlikte beklediğim gibi devam etmişti ama onu daha sonra anlatacağım.

yirmi günlük memur tatilim pırt diye bitince temmuzun ilk çarşambası işbaşı yapmıştım. imzalamam gereken bir yığın evrağı hoşgeldinizin hemen ardından masama yığdılar, bir de gözleriyle oradan getirdiğim ufak ikramları bekliyorlardı. bekletmeyi sevmem, üç kilo pişmaniyeyi dayadım aydın'a.

imza faslı yirmi dakikaya yakın sürdü, belgelerin hiç birini okumadım, nasılsa bir yanlışlık olursa hepsinin burnundan getirirdim.

iki balıkçı geldi, başka balıkçılar sırf kendi meralarında avlanıyorlar diye bizimkilerin ağlarına zarar vermişler. kendi meraları da kasabalarının ön tarafı diye oluyor ha. çağırttırdım diğerlerini de, iş savcılığa gitmeden çözülsün istiyordum. "tapulu malınız mı lan! o kadar seviyorsunuz da trol ile dibi kurutuyosunuz ya yavşaklar, palamut göremez olduk koca denizde. şimdi bu adamların ağlarını donatın tekrar, eskisi gibi olsun. bir gününüz var, bir de avlanamadıkları günler boyunca tuttuğunuz balıkların parasını bunlara veriyorsunuz, halden öğrenicem miktarı." diye marizledim onları, "kardeş kardeş atın ağlarınızı bakayım" diyerek yolladım hepsini. daha sonra öğrendiğime göre bu kemerli balıkçılar paparayı çekip bizim ikisinin kafasını çapaya sokmuş, olsun jandarma bakıyor oraya.

sigara içmek için kapıya çıktım, odamda da içebiliyorum elbette ama zehirle birlikte hava da alayım istedim. beni görünce nöbetçi tuğrul toplandı, yine çelik yeleğinin seramiğini çıkartmıştı. bi gün patlarsak onun yüzünden patlarız zaten. danışma mı ne olduğunu hala bilmediğim yerden yüz kiloluk yirmibeş senelik memur ihsan çıktı, elinde tuğrul'un telefonu "sikicem şimdi telefonunu, sabahtan beri çalıyor, al da aç şunu." diye bağırdı, ben diğer tarafa geçip sigaramı içmeye devam ettim, fatma hanıma seslenip bir çay istedim. su bardağında getirdi, yarısını ancak içtim.

analizsiz, çıkarımsız ve de tespitsiz yazı, bir gün bir gün gibi

kara marsık gibi oldum, öğlene kadar uyumam yetmiyomuş gibi bir de kuma yatıp zıbarıyorum.sonra bugün 'vilayete' gittim hem lisanslı bir balıkçı oldum hem de teknosa ile bir yılı aşkın zamandır süren savaşımı kazanarak 179 liralık çekimi aldım.


on gündür rüzgar var buralarda, havanın kalmasını bekleyen başka kasabalı balıkçılar da bizim limana yanaştı. iki tanesiyle kaymak hüseyin abim sayesinde tanıştım ki o benim işverenimdir. bu arada orhan ile alper bizdeydi ki siz onları tanımazsınız, alper sadece balıkçılarla tanıştığımız gece bizleydi, sonra istanbul'a döndü. orhanla 21.45 maçlarını izledikten sonra gırgırlara gittik, hiç deterjan, sabun yüzü görmeyen çay bardaklarından çay içtik, deniz kaptan ve yahya abi ile
muhabbet ettik ki halikarnas balıkçısı veya zeyyat selimoğluna rakip olacak kadar şey öğrendim onlardan, ailemde gemici çok ama balıkçılık daha başka. deniz kaptanı görebilirsiniz, maç
yaptıktan sonra gazoz alıp yanlarına gittiğimiz de oldu.




hala bağa gidiyorum, yapraklar sarardı artık. pazar staj başlıcak, adı staj, bi halt yapmıcam. üzümlere kadar bağa tekrar uğramam sanırım, karamel'e de bakın, yılan görürse ne yapacağını merak ediyorum.






köy hayrı denen bir şey var, biga'da yapıldığını biliyorum. sanırım nisan ayında başlıyolar, herkes bi şeyler katıyor, malzemeleri de yine hayırı yapan köyün insanları pişiriyor. keşkek, pilav ve hatta örtülce gibi zengin bi köyse hayır sahibi kavurma dağıtılıyor. bu da bizim tepe mahallesi hayırı, daha başlamadan önce. o gece çok mevlüt bol ilahi dinledik çünkü evimiz hemen oralarda. keşkek güzeldi, aşureyi iki gün falan yedim.




sonu gasilhane tarzı yapayım, buranın kedileri şirret koca köpeği sindirdi kabarınca.



bir gün bir gün bir çocuk

babam, amcalarım alayı denizci. kırk gün karaya ayak basmadığım oldu da işlerden pek anlamam. ufaktan dümen tutmuşluğum var, biraz da oltayla balık tutmuşluğum. 'şirin sahil kasabasında' yaşayınca sıkılmamak işten değil, kendime eğlence ararken kaymak abiden beni gemici almasını istedim, "acemi yevmiyesini kabul edersen alırım" deyince bedavaya razı olduğumdan koşa koşa gittim. yanıma yağmurluk, çakı ve kumanya aldım bir tek, 10 dal sigaralı paketimi bi de.

güneş batmasına yakın çıktık yola, tırt işler bende olduğundan çapayı çektim, dümen tuttum. ağ atma vakti gelince, onlar "uygun sular" geldi falan diyodu, ağ atmaya başladık, 8 ağ tekire bıraktık, sonra karidese geçtik, oraya da 4 ağ bıraktık, güneş denizin üstünden batınca ağları topladık. pek balık yoktu, benim şanssızlığım, bol bol deniz anası, kandil, yengeç ve çağanoz vardı. bi ara başka tekneye yaklaşıp kahve yaptırttık, pet bardakta içtik onları bi de is kokuyodu. gece boyu ağ atıp topladık, yıldızlar vardı, ben nöbetçi oldum hep, çünkü kayığın başaltında uyumayı beceremedim. dolunayın denizden doğuşunu gördüm, yanımda müzikçalar ya da telefon yoktu, sigaram daha 3 olmadan bitmişti ki normalde günde 6-7 den fazla içmem. deniz her türlü iştah açıyor. güneş denizin üstünden doğdu. sabah suyuna da ağ attık. sigara dilendim. kahve yaptık ki o cezveyle akşam güvertedeki suları temizlemiştim, içinde denizanası eriyiğinden karides suyunun çamuruna her pislik olan sular, cezvenin içi balık pulu kaplı. limana döndük, balıkları ve karidesleri sattık, karışık balıkları bana verdiler; iki kiloya yakın dil, tekir, kırlangıç, karides, hamsi ve sardalya vardı toplamda. börekçiden yeni çıkmış börek aldım, balıkçı kahvesinden çay söyledik, bir de kalan kumanyaları yedik. acemi yömyesi olarak 15 lira da pay düştü bana, Allah bereket versin.

eve gidince duş aldım ama arınamadım, uyandığımda yattığım yeri bilmiyordum.

bir gün bir gün bir çocuk

limanda balık bekleyen kediler gibi sünepelik yapıp beni teknesine alıcak birini bekledim, şanslıydım ki sürat botuna denk geldim, üstüne yemek bile vardı. ölenler bir daha ölmez diyerek demiradalılara göndermemi yapıp karaya dönüyorum. dut haram olmazmış, gördüğümüz yerde dalabilirmişiz, zati olmuş dut en fazla iki gün kalıyor dalında, bizim dutlar bana yeter yetmesine ama başkasınınki her zaman daha tatlı, dalarım. dondurma yiyorum, belediye başkanı geldi masaya, "sana da söyleyem abi" dedim, "yok be minim şimdi açılış konuşmasını zor yaptım, eriği fazla kaçırmışım, eve çıkçam bi soluklenem" dedi, adam sıççağını söylüyo lan, elinde büyümüşüm, zarar etmezmiş. az siyaset konuştuk, çok sıkıldım. bir de sanırım tam karabigalı oldum, konuşmam pek hoş. kaymak hüseyin de içkiyi bırakmış, eskilerden kimse kalmadı. perşembe sabahına yarım kilo jumbo ayırcak bana, akşamı pek hoş olcak, elbette ben pişircem.