gübresinden beri uğraştığımız bağın üzümlerinden yaptığımız şarap içilebilir olmuştu, hiçbirimizin bu yaptığımızla zengin olma hayali yoktu, sadece kendi yaptığımızı tüketmenin zevkini alıp olaysız bir şekilde dağılmayı planlamıştık. iskeledeydik, hüseyin yanda demirli gemiyi gösterip "her tekneyi bir peygamber tutuyormuş suyun üstünde" dedi, dindar bir çocuktu hüseyin, kuran kursunda hediye ilmihal kitabını kapan da oydu zamanında fakat biraz kovalaktı işte, inanmış buna. "olur mu lan öyle şey." dedim, "kaç tane gemi var, gırgırlar, takalar, kanolar ve hatta kağıttan gemiler. kaç peygamber lazım biliyon mu pezevenk? hem onla mı uğraşçak mübarekler, tövbe tövbe." sadece böyle durumlarda konuşan biriyim ben, genelde susarım, büyük bir ihtimalle bunlar birazdan denize girecekti ve ben kenarda duracaktım. kenarda duranım ben, yazan, fotograf çeken, videoya kaydeden. zamanında avlanmaya gidenlerin mağarada bıraktığı işe yaramazın, sonra duvarlara resim çizip milletin aklını hala karıştırabilen aymazın torunuyum muhtemelen.
sıkıcı fizik konularından sonra arabalardan konuştuk, dört erkektik, hüseyin'den başka doğan, ali ve ben. ali leonu övdü, iskelede arkamıza park ettiğimiz, rüzgarı kesen de leondu, babasının. bin rica ile aldık o gecelik. doğan subaru ve civiclere yapılan muhteşem modifiyelerden bahsetti.kırmızı civicler, kemik beyazı cantlı, gerçekten harikalar. şike dedik, ligtv falan, şarap bitti, büfeye gidecek olanı taş, kağıt, makasla seçtik, ali. taş, kağıt, makas eski bir kızılderili oyunu, muhtemelen türklerinden aparılmış. adriana lima geldi, megan fox gitti, jessica biel ne kadar da harikaydı. arabaya gidip müzikçalarımdan
kaiser chiefs açtım, ne kadar da çirkindi, gıygıydı. çiftetelliye döndük, hüseyin evlenmek istiyormuş artık, oynadık. geminin çarkçısı kamarasından çıkıp bağırdı, siktirip gideymişisiz, gittik, kurallara uyan çocuklarız.
hüseyin hala evlenmek istiyor, "düğün yapalım" dedim, "sana düğün yapalım." gelini sordu, "gerek yok" dedim, çiftetelli var, gürçeşme'ye gittik, kır düğünü olsundu. daha önce hiç gitmediğim bir köy, gittim, gördüm, güzeldi, ben de. bir ev kestirdik gözümüze, porta altı olan, traktör girsin diye, önüne park ettik, açtık kapıları. son şişelerimiz kalmış, başladık oynamaya, şişeler yerde, arada uzanıyoruz. oradan sıkıldık, başka bir evin önüne gittik alt tarafı gri, üstü beyaz boyalı, samanlı betondan yapılanlardan. yine oynuyoruz,
balıkesir çalıyor. kırmızı mavi ışıklar, jandarmaya haber vermiş eğlenceye tahammülsüzler, çiftçileri sevmem, çiftçi köyünde yapılan düğünler de güzel olmuyormuş, asla çiftçi köyünde evlenmeyeceğim.
gümüşçay'a götürdüler bizi, karakol orada, baktı komutan eli yüzü düzgün çocuklarız, "sabah köye gidip özür dileyin, bir de lokum götürün." dedi, saldı bizi. lokumları götürdük, komutana da son şişemizi verdik. seneye yaparsak yine götürelimmiş, hayırlısını dileyip ayrıldık yanından. belki seneye para da kazanırız kardinallerden.