Bakıcım kahvaltımı getirmişti, tek başıma yedim. Başka bir canlıyla aynı yerde bulunursak birbirimize zarar verirmişiz, kafesimin içinde istediğim gibi at koşturabiliyorum anlayacağınız.
Kürküm, artan sıcaklardan dolayı iyice rahatsızlık vermeye başladı, sevmesem de onu, kışları pek sesimi çıkartmıyorum.
Bir yandan yüzüme düşen perçemleri arkaya atmaya çalışırken tek gözle de etrafı süzüyordum. Sol tarafta bir uğur böceği var, fanusun içinde, kendisi o sabah sümüklü böcek gibiydi, iğrendim, kafamı çevirdim. Karşımda leoparlar var, karı koca ve ufak yavruları, arka tarafımdaki kargalar bokunu sıçmadan abaküsle toplama yapmayı öğreniyordu ufaklık, baba onun beceriksizliğine sinirlenip bir pençede hem abaküsü hem de çocuğunu paramparça ediverdi. Ne yapabilirdim ki? Bu sefer sağ tarafımdaki havuza baktım, en akıllılığı şaibeli de olsa en akıllılardan olan yunuslar pipolarını tüttürüyordu, sonra en uzunları galizli bir küfür savurdu, hepsi fırsat kolluyormuş, ortalık karışıverdi. Meğer birinin ayakları varmış da herkesten saklıyormuş, topuklayıverdi hengamenin ortasından. Dedim ya, akıllılar işte, yüzgecinin altından uzi çıkarıp ateş etmeye başlayandan bahsetmiyorum bile.
Ya ben ne yapacaktım? Bu koca gün gibi günlerden oluşan koca bir ömrüm var daha önümde, bunu şikayet etmekten vazgeçtiğim o gün de biliyordum pek tabi. Hiç bir şey yapmadan tüm kedilik yasalarının dışında olmayı dilemeye başladım, üzerime geçirilmiş itaatkar elbisesinden sıyırdım zihnimi, en azından hayallerimde tüm kral aslanları vahşi pati darbelerimle deviren gangster ve anarşiste, biraz da serkeş bir şeye dönüştüm.