mehmet pama

"zeki bana on lira verir misin? alkole ihtiyacım var, yoksa veranın yüzde otuzuna ortak olurum" deyince mehmet pama, koskoca zeki öğretmene öyle hitap edilmesinden utandım. ama mehmette de pek garip durmuyor; temmuz ayında ayağında askeri botlar, üstünde krem şort ve bir de koltuk altı kılları neredeyse dirseklerine kadar çıkmış olmasına rağmen kollarını kıvırdığı gömleği olan biri. serçesine bindik parayı aldıktan sonra, "şimdi geri geri gideceğiz, ben bu işi harika yaparım" demesiyle gazı köklemesi bir oldu, altyola kadar o halde gittik, arabadan indik, büfeden bira aldık. kadınlar hamamına gitmeyi önerdi, başkalarını da çağırmış, önemli bir olay varmış. kumsala vardığımızda üzeri muşamba örtülü bir şeyi gösterdi, yaren'miş, biriktirdiği pet şişelerle yaptığı sal. kalabalık alkışladı, o bundan tatmin olmadı çünkü önemli davetlileri denize indirme törenine gelmemişti. dua etmeye başladı; "hey posedion, havanın güzel olmasını umuyorum çünkü birazdan macera dolu bir deneyim yaşamaya niyetliyim, bunu senden istiyorum." herkes posedion'dan cevap değil ama arştan göktaşı bekliyordu, bir şey gelmedi, demek duası kabul edilmişti, deniz hala çarşaf gibiydi. çakmakla biranın kapağını patlama sesi çıkartarak açtı ve salı dört kişiye taşıtarak denize indirtti, bir yandan elfçe bir şeyler söylüyordu, ben elfçe olduğunu daha sonradan öğrendim. üstüne atladı salın, cebinden çakısını çıkarttı, ipleri kesti. gelmeyenlere çok sinirlenmiş, birisi de babası. o an benzini olsa ettiği küfürleri gerçeğe dökmek için gitmeyeceği yakın akrabası yokmuş.

onun hayal kırıklığından sonra kumsalda oturmaya devam ettik, büfeye borç yaptık. koluna hamam böceği geldi, şu uçanlardan, aldı eline hemen ağzına götürdü. kızlardan biri iğrençsin veya ona benzer bir tepki verdiğinde en galizli küfürlerle birlikte sıçtırtma iğrencine sus dedi ve onu susturdu.

mehmet şimdi bir tarikata üye, namazını falan kılıyor. yakın zamanda tarikat lideri, o ve ben kahvede oturuyoduk, meydanda bir kavga çıktı, o da hocaya dönüp "hoca sen şimdi burda olmasan ben bunların yedi sülalesini sikerdim." dedi, ben yine utandım ama o mehmet pamaydı.

sahil kasabasına yerleşmek isteyenlere rehberlik yapılır

tatildeyim ya ben, son iki günümü özet geçicem şimdi;

cuma sabahı anneme kahvaltı hazırladım, pazara gittik, nelerin güzelinin nerelerde satıldığını öğrendim, artık evde olduğum sürece pazar benim işim, kabir azabını dünyada tatmayı kendim istedim. pazarın sonunda çiçekçi vardı, begonya ve adını bilmediğim bi çiçeğin sarısını ve pembesini aldım, onları bahçeye diktim, üçü sadece beş liraydı. sindirella olarak çaya gelecek misafirlere kek yapma işini de bana yüklediler, bi kere marifetini göstermeyedur, yaptım, o kadar yapmışım ki hala yiyorum, tatsız da olabilir, kaldığına göre. akşam kardeşimle basketbol maçı yaptık, kazanan oydu, bakkala gittim. annemle bağa gittik, yaprak topladık. karameli de götürdük yola alışsın diye, yarısını kucağımda gitti, kendisi 3 aylık bi köpek, alt katta yaşıyor.

cumartesi sabahı tektim, ucube görünümlü lezzetli pancake kulesi (kule ne? iyice tevekkel oldum) yaptım, yapmam bir saat, hepsini yemem iki saat sürdü. akşama kadar breaking bad izleyip arada karamelle oynadım, oyuna doymuyo, karnı zaten hep aç. kardeşim geldi, iki maç yaptık, ikisini de ben aldım, kızlar da türkiye şampiyonu olmuş, onların konvoyu vardı, kurban da kesmişler. hasan su doldurmaya gitti. gece boyunca kumsalda oturduk, yazacağım kısa zımbırtılara malzeme topladım, promillilerden, adamlar askerde zodyak kaçırıp alsancak'ta bara gitmişler. asker hikayelerine bayılıyorum!

pazar sabahı garip olan babamın evde olmasıydı, gece gelmişti, kendisini sene aşırı görmüşlüğüm bile var. öğleden sonra bağa gittik, üzerime gelen bozyürük mü ne öyle bir yılanı öldürdüm. dönerken baykuş ölüsü gördüm. akşam iskeleden balık tutmaya niyetlendik, 1 iq seviyesindeki kaya balıklarından başka bi şey gelmedi. kaymak hüseyin'in yanına uğradım, dümeni tutmaya biri lazımmış onunla açıldık, tekir ağı attık. dönünce de yeni ağları tekneye yerleştirdik, yemelik tekir kazandım.

aralarda sigara içtim, karameli doyurmaya çalıştım, kenelerini ayıkladım.

bi de sabah burnlü, sodalı, vişne ve limonlu bi şey yapmaya çalıştım, beğenenler de oldu içmeyenler de, bazı insanlar çok kaba.

biz de dört kişiyiz

gübresinden beri uğraştığımız bağın üzümlerinden yaptığımız şarap içilebilir olmuştu, hiçbirimizin bu yaptığımızla zengin olma hayali yoktu, sadece kendi yaptığımızı tüketmenin zevkini alıp olaysız bir şekilde dağılmayı planlamıştık. iskeledeydik, hüseyin yanda demirli gemiyi gösterip "her tekneyi bir peygamber tutuyormuş suyun üstünde" dedi, dindar bir çocuktu hüseyin, kuran kursunda hediye ilmihal kitabını kapan da oydu zamanında fakat biraz kovalaktı işte, inanmış buna. "olur mu lan öyle şey." dedim, "kaç tane gemi var, gırgırlar, takalar, kanolar ve hatta kağıttan gemiler. kaç peygamber lazım biliyon mu pezevenk? hem onla mı uğraşçak mübarekler, tövbe tövbe." sadece böyle durumlarda konuşan biriyim ben, genelde susarım, büyük bir ihtimalle bunlar birazdan denize girecekti ve ben kenarda duracaktım. kenarda duranım ben, yazan, fotograf çeken, videoya kaydeden. zamanında avlanmaya gidenlerin mağarada bıraktığı işe yaramazın, sonra duvarlara resim çizip milletin aklını hala karıştırabilen aymazın torunuyum muhtemelen.

sıkıcı fizik konularından sonra arabalardan konuştuk, dört erkektik, hüseyin'den başka doğan, ali ve ben. ali leonu övdü, iskelede arkamıza park ettiğimiz, rüzgarı kesen de leondu, babasının. bin rica ile aldık o gecelik. doğan subaru ve civiclere yapılan muhteşem modifiyelerden bahsetti.kırmızı civicler, kemik beyazı cantlı, gerçekten harikalar. şike dedik, ligtv falan, şarap bitti, büfeye gidecek olanı taş, kağıt, makasla seçtik, ali. taş, kağıt, makas eski bir kızılderili oyunu, muhtemelen türklerinden aparılmış. adriana lima geldi, megan fox gitti, jessica biel ne kadar da harikaydı. arabaya gidip müzikçalarımdan kaiser chiefs açtım, ne kadar da çirkindi, gıygıydı. çiftetelliye döndük, hüseyin evlenmek istiyormuş artık, oynadık. geminin çarkçısı kamarasından çıkıp bağırdı, siktirip gideymişisiz, gittik, kurallara uyan çocuklarız.

hüseyin hala evlenmek istiyor, "düğün yapalım" dedim, "sana düğün yapalım." gelini sordu, "gerek yok" dedim, çiftetelli var, gürçeşme'ye gittik, kır düğünü olsundu. daha önce hiç gitmediğim bir köy, gittim, gördüm, güzeldi, ben de. bir ev kestirdik gözümüze, porta altı olan, traktör girsin diye, önüne park ettik, açtık kapıları. son şişelerimiz kalmış, başladık oynamaya, şişeler yerde, arada uzanıyoruz. oradan sıkıldık, başka bir evin önüne gittik alt tarafı gri, üstü beyaz boyalı, samanlı betondan yapılanlardan. yine oynuyoruz, balıkesir çalıyor. kırmızı mavi ışıklar, jandarmaya haber vermiş eğlenceye tahammülsüzler, çiftçileri sevmem, çiftçi köyünde yapılan düğünler de güzel olmuyormuş, asla çiftçi köyünde evlenmeyeceğim.

gümüşçay'a götürdüler bizi, karakol orada, baktı komutan eli yüzü düzgün çocuklarız, "sabah köye gidip özür dileyin, bir de lokum götürün." dedi, saldı bizi. lokumları götürdük, komutana da son şişemizi verdik. seneye yaparsak yine götürelimmiş, hayırlısını dileyip ayrıldık yanından. belki seneye para da kazanırız kardinallerden.

kafaları kadar güzeller

bu çocuklar her gece içlerinden birinin sözlüsünün oturduğu evin önüne geliyo, bi oyun havası açıp şu şekil oynayıp gidiyor.



millette ne okullar var


ımh

insanları biraraya getiren ideolojileri, müzik, okudukları kitaplar, giyim tarzları ve hatta sevdikleri yiyecekler değil, bunu öğrendim. tenlerin uyumunun en önemli olduğunu söyleyen oldu, ben sebebi şudur diyemem. benim işim olmasa da john lennon ile kibariye'nin takılması hoş değil. düet yapsalarmış dinlerdim. 

rüyalarımda evlendiğim gibi ölen kadın sayısı üçe çıktı geçenlerde. bilinçaltımı övmeyeceğim, rüyasından dolayı bilinçaltını ödüllendirmek için david lynch filmi izleyen gördüm ben.

bir de yakında karabiga'dan sıkılacağımı anlamak için bir müneccimle yatıp kalkmak gerekmiyor.  

ımh, kamu spotu

bi ödev aldım, finaller için uğraşmam gereken binlerce sayfanın yanında tuz biber oldu. burada google docsa yüklediğim ödevimin linkini vercem, belki benden sonra bu konuyla alakalı bir şey hazırlaması gereken olur da ona yararım dokunur.

ödevim bi aihm kararını anlayıp olay, karar, inceleme şeklinde hazırlamak, gelin görün ki reinfold ruffer bir alman vatandaşı ve teknesi hollanda'da batmış, haliyle kararın asıl dili almanca, ben almanca olarak saati zor söylüyorum. ingilizce hali de 150 kelimeden falan oluşan cümlelerden mürekkep, zorlandım ama tırt da olsa bir şey çıktı ortaya. bir de daha türkçe hukuk metinlerini anlamakta zorlandığımı düşünürsek hoş görülmeli, buyur brüksel sözleşmesi ışığında ruffer davasını araştıracak kardeşim, tepe tepe kullan.

https://docs.google.com/document/d/1NUXgUWaCe4NJYdbhEaEAPeCHim3aRwjz0Y7vQoZgoeY/edit