mal varlığımı açıklıyorum

satıp bi kasa domates almayı, onları satıp işi büyütmeyi ve iş kurmayı planlıyorum.


arkadaş hatırı için bi gece

melih babasının corollasını almış, beni çeşmenin önünden almaya geldiklerinde içeride zaten 4 sap vardı, ben 5. oluyodum, rüya grubu toplanmış oluyodu aynı zamanda, "kara efes şişeli bi gece olucak." dedim içimden. bi 200 m gittik, büfenin önünde durduk, ben içmiycem dedim, melih mert ve henüz adını bilmediğim kilolu çocuk da içmiceklerini söylediler, bi tek isko 2 bira aldı. biz de cips kola falan aldık. 1 kmlik sahil kısmında oturulcak her yer doluydu, bayram olunca içmek gerekiyo tabi asdfsgh. biraz içeri doğru girdik, bi tepenin yamacında durdurduk arabayı. "içerde sigara içmek yok beyler." dedi melih, engin abi kızıyodu galiba arabanın kokmasına, dışarı çıktık, uzun zamandır sigara içmiyodum, başım güzel döndü. melihle isko geminin motorundan, parçalarından falan bahsettiler, melih stajında yağcının bile onu ezdiğini söyledi, muhabbet arada benim kolluk oluşuma geldi, üşüdük, arabaya bindik. burcu güneş çalıyodu radyoda, sonra sibelcanın bi şarkısı çaldı, şarkı sonuna doğru boru sesli vj daldı şarkıya.


yağmur yağmaya başladı deniz kenarında bi yere çektiğimizde, hepsi camları kapadı, yağmur, toprak ve deniz kokusunu aynı anda solumak için can atan kaç insan olduğunu bilmiyolardı galiba.


 şu an adını hatırlayamadığım, ilk başta da adını bilmediğim çocuk ekran koruyucumun darth vader olduunu gördü ve "o dert veder mı?" dedi, evet dedim, "atsana bana" dedi, attım. "sende film var mı?" dedi, var dedim, "harddiskte mi bilgisayarda mı?" dedi, 2sinde de var dedim, "tüh keşke çanakkalede otursaydın?" dedi, sustum. 5 dk sonra dizi izliyo musun dedi, sanırım karşımdaki cnbcden kültürlü sertifikası almışlardan biriydi, dert veder diyişinden anlamalıydım ya da en başta merte ekvatora yakın bi yerden mi göçmesiniz, yüzün hala sivilcesiz demesinden, onun genlerle değil çevreyle alakalı olduğunu anlatamadım çocuğa, ölü taklidi yaptım sonra. "liseli piç!" diye bağırdım bi de.


batak oynadık, meyve yedim, bu kadar.

ingilizce night club diyalogları

bu kadar işlevsel bi blogum var işte, her konuda insanların yardımına koşan hayırsever gibiyim, a ha neler yazıp gelmişler bi görün.



tee eskiden kalma, bi de dün garaj

ankaraya giderken tee eylül 26ydı, uyandım eskişehirden hemen sonra, a han da karanlık yerin ilk güneşiydi bu da;



uzun yazı falan yazcaktım da şimdi o zaman aklımdakileri unuttum, fotografları da boşuna çekmiş olmayem dedim.


bu enik encikler de burdan, alttaki bigada garajda oynadıım, otbüs gelene kadar eğlence oldu iyi.
sabah oyunları pek güzel olur hayvanların.







gizemli falan

babam "kalk hadi" diye uyandırdı, penceresi havalandırma boşluğuna bakan odam saat 7 olmasına rağmen karanlıktı, yatağımı ellemeden içeriye geçtim, nasılsa akşama yine yatıcaktım, annem yatak odasında babamın krem pantalonunu ütülüyordu. "gel kahvaltı yapalım da çıkıcaz." diye bağırdı babam, mutfakta bişeyler yemeyi hiç sevmiyordum, bence kahvaltılar yerde ve ninja kaplumbağalar izlenerek yapılmalıydı. kahvaltı bitti, beyaz broadwayimize bindik, çok iyi bi araba sayılmazdı ama bizimkiler evlendikten sonra altınları, bilezikleri, düğünde ne takıldıysa hepsini satıp almışlardı, ondan çok kıymetliydi.


okula geldiğimde cırtlak ses "küçüklerimi korumak" diye bağırıyodu, ne koruycaktım, 5. sınıf olmuşum koskocaman, bizi dövüyolardı hep, ben de dövücektim en doğal hakkım olarak. 3 ay sonra ceket giycektim hem ben, dayı gibi.


türkçede zamirleri işledik, zarfları da sevmemiştim, zamirler üstüne tuz biber oldu, sıfatlardan bahsetmiyorum bile bak, ben zati kullanıyodum bu zımbırtıları, sadece isimlerini öğretiyolardı bana, ama yıllardır sarı inek sarı inek, şu kız da çok güzel. şimdilerde beethovenın bi senfonisi olduğunu öğrendiğim melodili okul zili çaldı, koşa koşa bahçeye çıktık, izmitte artık kullanılmayan prefabrik konuttan bozma kantinden sprite ve patates ekmeğimi aldım, en favori 2limdi, hemen götürdüm onları, babamın acele ettirmesinden bi şey yiyememiştim doğru düzgün. karnımın doymasıyla birlikte duyularım ve beynim daha keskin çalışır oldu, uzaktaki kola kutusunu gördüm ve açıyı da hesaplayıp haminin frikiklerine benzeyen bi şut çekmek için koşmaya başladım, ve 90 a doğru giderken müdüre çarpan top golümü engelledi. "hangi eşşoolueşşek attı onu lan?!" diye bağırdı müdür, ben dedim, yanına çağırdı, paçası kola olmuştu, sağ tarafıma çok sert bi şekilde vurdu, sanırım artık sağırdım ve sanırım solaktı bizim müdür, bi de soluma vurup yolladı beni.


matematikte üslü sayıları işledik, bi bok anlamadım, 2 ders boyunca ön çaprazdaki ferhana baktım, galiba aşıktım. çıkışta babam beni almaya geldiğinde çok sinirliydi, lastiği indirmiş birileri, benzincide şişirdik, annem öğle yemeğine boşnak böreği bi de mikser ayranı yapmış, patates sprite ile yarışamasa da güzel bi 2liydi bu da, atv de salih memecanın bizimcitysi vardı, enflasyonu canavar gibi çizmişti, hala öyle çiziyo, enflasyonu o adam yüzünden uzun bi süre canavar sandım, babama üslü sayıları anlamadım bugün dedim, bana ne dedi, eve hiç iş getirmezdi, lastiği indirenin ben olduğunu da hiç bi zaman öğrenemedi.

bi bakın beyaa

son 2 yazımda hikayemsi bişiler yazdım, umut sarıkayadan pek etkilendim, ona benzer gibi oluyo fakat beYenmiyosunuz sanırım, düşünceler önemli, çok önemli, fısıldayın arada.

bunu da dinleyin benJe, çok dinliyorum bu aralar.

http://fizy.com/#s/1lt9fc

balık


sevdiceğim balığa gidelim diye tutturdu. neymiş? hava çok güzelmiş, karagöz mevsimi gelmiş, deniz kıçımızın dibindeymiş,

başkaları balık tutmak için nelere katlanıyomuş, ben ise onunla daha hiç balığa gitmemişim. haklıydı, güzel olurdu beraber balığa gitsek, tık tık vursa derya kuzuları, "a ha bu sefer geldi!" dediğinde birimiz, raks eden misinayı beraber çeksek, tuttuğumuz balıkları az sonra can vereceği deniz suyu dolu kovamıza koysak, akşam yemeğini de (gece bile olabilir, kim bilir kaçta dönerdik eve) ızgara balık, soğan belki bi kaç duble rakıyla yapsak. balık tutmaktan kaçmamın sebebi yemlik kurtlarla uğraşmaktan kaçmak değildi tabiki de ya da iskelede içenlerden çekinmem.

çok eskiye dayanıyo balık tutmakla aramın bozulması; daha kısa donlu bi veletken tüm yaz tatilimi iskelede geçirmiştim, her akşam eve leş gibi balık kokarak, şansım yaver giderse de 1-2 kilo çirozla bi kaç zargandan oluşan ganimetimle giderdi, kefal yakalamışlığım bile vardı. bi gün "babaaa babaaa beraber gidelim balığa" dedim, denizciydi ya belki bana işin püf noktalarını öğretirdi, hep kefal tutardım. gittik iskeleye, ben havalara uçuyorum, sabahtan akşama kadar bi başıma durduum yere babamla gitmiştim, görsündü ordaki büyükler benim de büyük hatta onlardan büyük babam vardı. her zamanki gibi en uzağa atmaya çalışıyodum oltamı, sanki iskelenin altında balık yokmuş gibi, babam "boşuna uğraşma öyle, burda da var aynı balıklar" dedi, aman Allahım ne kadar ustasıydı işin, kurşun misinayı dibime kadar getirdikten sonra tam bi profesyonel gibi dibimize saldım yemi yenileyip, hemen yokladı bişiler, daha sonra balık vurduğundan emin oldum, hızlı hızlı çektim yukarı doğru, kaç tane balık vardı acaba? 2 tane istavrit gördüm misinanın sonu yüzeye doğru gelirken, çok heyecanlanmıştım, işi erbabından öğrenmek böyle bişeydi herhalde. hemen çektim balıkları yukarı, hala iğneden balık çıkartırken telaşlanıyodum, deyusun oğulları uslu durmuyolardı ki, kıpır kıpır, ıslak olmalarından ötürü de kayganlar zati. o arada misinayı karıştırdım, üç günde bir yeni misina alan ben için gayet sıradan bi olaydı bu fakat babam bana çok bağırdı, şimdi ne dediğini bile hatırlamıyorum ama o zaman yerin dibine girmiştim, düşsem denize boğulsam da o kadar insan, arkadaşlarım bana bağırıldığını görmeseydi. son balık tuttuğum gün böyleydi, 20 sene geçti üstünden, son yakaladığım balıkları da ben değil anneannemin kedisi pındık yemişti.

"benim de canım balık istiyo, karagözler de tam ızgaralıktır." dedim, kardeşimin yanımıza geldiği zaman kullandığı oltalarını ve nevaleleri bagaja atıp iskeleye gittik, hiç de uslu durmuyodu deyusun oğulları...